gördüm ki, namaz kıldığım o Bayezit Camiindeki ce-
maatle iştirakimi ve her biri benim bir nevi şefaatçim
hükmüne ve kıraatimde izhar ettiğim hükümlere ve da-
valara birer şahit ve birer müeyyit gördüm. nakıs ubudi-
yetimi, o cemaatin büyük ve kesretli ibadatı içinde der-
gâh-ı İlâhiyeye takdime cesaret geldi.
Birden, bir perde daha inkişaf etti. Yani, İstanbul’un
bütün mescitleri ittisal peyda etti. o şehir, o Bayezit Ca-
mii hükmüne geçti. Birden, onların dualarına ve tasdik-
lerine manen bir nevi mazhariyet hissettim.
onda dahi, rûy-i zemin mescidinde, kâbe-i Mükerre-
me etrafında dairevî saflar içinde kendimi gördüm,
(1)
n
Ú/
ª n
dÉn
© r
dG u
Ün
Q ! o
ór
ªn
ër
dn
G
dedim. “Benim bu kadar şefaat-
çilerim var; benim namazda söylediğim her bir sözü ay-
nen söylüyorlar, tasdik ediyorlar.”
Madem hayalen bu perde açıldı, kâbe-i Mükerreme
mihrap hükmüne geçti; ben bu fırsattan istifade ederek,
o safları işhat edip, tahiyyatta getirdiğim
(2)
$G o
?ƒo
°Sn
Q Gk
ós
ªn
ëo
e s
¿n
G o
ón
¡r
°Tn
Gn
h *G s
’p
G n
¬ '
dp
G n
B’ r
¿n
G o
ón
¡r
°Tn
G
olan ima-
nın tercümanını mübarek Hacerü’l-esved’e tevdi edip
emanet bırakıyorum derken, birden bir vaziyet daha açıl-
dı. gördüm ki, dahil olduğum cemaat üç daireye ayrıldı:
Birincidaire:
rûy-i zeminde mü’minler ve muvahhi-
dîndeki cemaat-i uzma.
cemaat:
bir imama uyup namaz
kılan Müslümanlar topluluğu.
cemaat-i uzma:
çok büyük ce-
maat.
cesarete gelmek:
yüreklenmek.
dahil:
içinde, katılan.
dairevî:
daire şeklinde.
dava:
fikir, iddia.
dergâh-ı İlâhiye:
Cenab-ı Hakkın
dergâhı, kapısı.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
Hacerü’l-esved:
Kâbe’de bulunan
meşhur siyah taş.
hamd:
methetme, övme.
hayalen:
hayali bir şekilde.
hükmüne geçmek:
yerine al-
mak, yerine geçmek.
hükmüne:
yerine, değerine.
hüküm:
karar, emir.
ibadat:
ibadetler
ilâh:
ma’bud; kendisine ibadet
edilen.
iman:
inanç, itikat.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma.
istifade:
faydalanma.
işhat etme:
şahit gösterme.
iştirak:
katılma, katılım.
ittisal peyda etmek:
birleşip ya-
kınlık kazanmak.
izhar etmek:
göstermek, belirt-
mek, açıklamak.
kâbe-i Mükerreme:
hürmet ve
tazim edilen Kâbe.
kesret:
çokluk.
kıraat:
Kur’ân-ı Kerîm’in usul ve
kaidelerine göre okunması.
manen:
manaca, manevî yönden.
mazhariyet:
sahip ve başarı elde
etme, nail olma.
mescit:
namaz kılınacak yer.
mihrap:
imamın namaz kıldırır-
ken durduğu bölüm.
muvahhidîn:
Allah’ın varlığı-
na ve birliğine inananlar.
mübarek:
bereketli, kutlu,
hayırlı.
müeyyit:
kuvvetlendiren,
doğrulayan.
mü’min:
inanan.
nakıs:
noksan, eksik.
nevi:
çeşit.
perde:
örtü.
resul:
elçi, peygamber.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
saf:
camide cemaatin oluş-
turduğu sıra.
şahadet:
şahit olma.
şefaat:
günahkâr bir kimse-
nin affını Allah’tan niyaz et-
me.
tahiyyat:
tahiyyeler, selâm-
lar, namazın oturuşlarında
okunan Ettahiyyatü duası.
takdim:
arz etme, sunma.
tasdik etmek:
doğrulamak,
kuvvetlendirmek.
tercüman:
çevirici, açıklayıcı.
tevdi etmek:
emanet etmek,
bırakmak.
ubudiyet:
kulluk.
vaziyet:
durum.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 668 | Mektubat
1.
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. (Fatiha Suresi: 2.)
2.
Şahadet ederim ki, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yine şahadet ederim ki, Hz. Muham-
med Allah’ın resulüdür.