Eğerdenilse
: “Madem öyledir; neden onlar resul-i
ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma imana muvaffak olama-
dılar? neden bi’setine yetişemediler?”
Elcevap
: Cenab-ı Hak, Habib-i ekreminin peder ve
validesini, kendi keremiyle, resul-i ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâmın ferzendâne hissini memnun etmek için, vali-
deynini minnet altında bulundurmuyor. Valideynlik mer-
tebesinden, manevî evlât mertebesine getirmemek için,
halis kendi minnet-i rububiyeti altına alıp, onları mes’ut
etmek ve Habib-i ekremini de memnun etmekliği rah-
meti iktiza etmiş ki, valideynini ve ceddini, ona zahirî
ümmet etmemiş. Fakat ümmetin meziyetini, faziletini,
saadetini onlara ihsan etmiştir. evet, âlî bir müşirin, yüz-
başı rütbesinde olan pederi, huzuruna girmesi, birbirine
zıt iki hissin taht-ı tesirinde bulunur. padişah, o müşir
olan yaver-i ekremine merhameten, pederini onun ma-
iyetine vermiyor.
SekİZİNCİ NÜkte
Diyorsunuzki
: “Amcası ebu talip’in imanı hakkında
esah nedir?”
Elcevap
: ehl-i teşeyyu, imanına kail; ehl-i sünnetin
ekserîsi imanına kail değiller. Fakat, benim kalbime ge-
len budur ki:
ebu talip, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ri-
saletini değil, şahsını, zatını gayet ciddî severdi. onun o
gayet ciddî, o şahsî şefkati ve muhabbeti, elbette zayie
re ve terbiye eden ihtiyaçlarımızı
gideren Rabbimize karşı olan
minnettarlık.
muvaffak olma:
başarılı olma,
erişme.
müşir:
en yüksek askerî derece,
mareşal.
nükte:
herkesin anlayamadığı in-
ce mana, ancak dikkat edildiğin-
de anlaşılan ince söz ve mana.
padişah:
hükümdar, sultan.
peder:
baba, ata.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara acıyıp bağışlaması,
onlara maddî ve manevî nimetler
vermesi, onların günahlarını sil-
mesi.
Resul-i ekrem:
Allah’ın en değerli
ve şerefli elçisi Hz. Muhammed.
risalet:
elçilik, nebîlik, resullük,
peygamber olarak gönderilme.
rütbe:
askerlerin ve polislerin sa-
hip olduğu resmî derece, mevki.
saadet:
mutluluk, bahtiyarlık.
şahsî:
şahsa ait, kendine ait.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten karşılıksız merha-
met ve yardım etme.
taht-ı tesirinde:
tesiri altında.
ümmet:
kendilerine peygamber
gönderilen ve bu peygambere
inanıp bağlanan cemaat, toplu-
luk.
valide:
ana, anne.
yaver-i ekrem:
en değerli ve en
şerefli eçi.
zahirî:
açık, görünürde.
zatını:
şahsını, kendini.
zayi:
ziyan, kayıp.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
âlî:
yüce, yüksek.
bi’set:
Allah’ın peygamber
göndermesi.
cet:
dede, ata.
ehl-i Sünnet:
Hz. Peygambe-
rin yolunu tutanlar.
ehl-i teşeyyu:
Şiîlik iddia
edenler.
ekserîsi:
çoğunluğu.
elbette:
kesinlikle, mutlaka.
esah:
en sahih, en doğru.
evlât:
veletler, çocuklar.
fazilet:
değer; meziyet, ilim,
iman ve irfan itibarıyla olan
yüksek derece.
ferzendâne:
oğula, evlâda
yakışacak surette.
gayet:
çok, son derece.
Habib-i ekrem:
Allah’ın en
sevgili ve değerli kulu olan
Hz. Muhammed.
halis:
yalnız, sadece.
his:
duygu.
huzur:
hürmet edilmesi gere-
ken büyük kimselerin yanı.
ihsan etme:
bağışlama, ik-
ram etme.
iktiza etme:
gerektirme.
iman:
inanmak, itikat.
kail:
kabul etmiş, kanaat gör-
müş.
kerem:
cömertlik, ikram.
maiyet:
beraberlik, yan.
merhameten:
acıyarak ve
şefkat ederek.
mertebe:
derece.
mes’ut:
saadetli, mutlu.
meziyet:
üstün, özellik.
minnet:
bir iyilik karşısında
kendini manevî olarak borçlu
hissetme, yük altında kalma.
minnet-i rububiyet:
bizi ida-
Mektubat | 657 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup