Bunugörmeyenbednazarlariçin,
Telehhüfderimben,teessüfdeğil.
Ki,varmanevîhayretimgaliben,
Beyanımbuyoldatazarrufdeğil.
ÇokişteHakonumuvaffakede,
Tevafuk,makam-ıtevakkufdeğil.
AhmedGalib
(rahmetullâhi aleyh)
jn
MerhumBinbaşıAsımBeyinfıkrasıdır.
Kasemederim,doğrudursözüözüyleberaber.
Buhakikatikabulvetasdiketmeyenbedmâyeler,
Kalırdalâletvevadi-ihüsrandaniceseneler.
Bunlarıirşatedipkurtarmaktırhüner;
Hidayeterişseeğer,ovakitboyuneğer.
CümleninıslahınıniyazedipHâlık’ayalvaralım,
Hepenvar-ıKur’âniyeolanSözleriokuyupanlatalım,
Buyoldabizlerdefeyizalıpdilşadolalım,
Fenâyıbekayatebdilderıza-iBâri’yekavuşalım.
Sadhezartahsinelâyıkbîbahafıkra-iGalib,
Buhakikatlerisöylemekleolurşüphesizgalip.
BinbaşıAsım
(rahmetullâhi aleyh)
im
muvaffak:
başaran, başarmış,
başarılı.
nazar:
bakış, düşünce.
niyaz:
dua.
rahmetullâhi aleyh:
Allah’ın rah-
meti onun üzerine olsun.
rıza-i bâri:
varlıkları mükemmel
bir şekil ve surette yaratan Al-
lah’ın rızası, hoşnutluğu.
sadhezar:
yüz bin.
tahsin:
beğenme, güzel bulma,
övgü.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tazarruf:
zerafet, kibarlık, incelik
gösterme.
tebdil:
değiştirme.
teessüf:
üzülme, eseflenme.
telehhüf:
yanıp yakılma, acına-
rak sızlanma.
tevafuk:
uygunluk, birbirine
denk gelme.
vadi-i hüsran:
hüsran, kaybediş
vadisi.
ıslah:
iyi duruma gelme, iyileşme,
düzelme.
bed:
fena, kötü.
bedmâye:
mayası bozuk, sü-
tü bozuk.
beka:
kalıcılık, devamlılık.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
bîbaha:
paha biçilmeyecek
kadar değerli.
cümle:
bütün, herkes.
dalâlet:
doğru yoldan sapkın-
lık, inançsızlık.
dilşad olmak:
gönlü hoş,
mutlu olmak.
envar-ı kur’âniye:
Kur’ân
nurları, Kur’ân’ın saçtığı parıl-
tılar, ışıklar.
fenâ:
yok olma, geçip gitme.
feyiz:
ilim, irfan, ihsan, bağış,
kerem.
fıkra:
bir konu hakkında ya-
zılmış yazı.
fıkra-i Galib:
Galib’in fıkrası;
Galib’in yazdığı kısa yazı.
galip:
üstün.
galiben:
çoğu zaman, çoğu
kere.
Hak:
her şeyi hakkıyla yara-
tan varlığı hak olan ve her
hakkın sahibi olan Allah.
hakikat:
gerçek doğru.
Hâlık:
yoktan yaratan, her
şeyi yoktan var eden, yaratı-
cı; Allah.
hidayet:
doğru ve hak olan.
hüner:
marifet, beceri, usta-
lık.
irşat:
gafletten uyandırıp
doğru yolu gösterme.
kasem:
yemin, and.
lâyık:
uygun, yakışır, müna-
sip.
makam-ı tevakkuf:
durma,
duraklama makamı, yeri.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
Mektubat | 647 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup