tahdis-i nimettir ve aklı gözüne inmiş mütemerritleri is-
kât ediyor; elbette izharı lâzımdır, inşaallah zararsızdır.
‹şte, şu işarat-ı gaybiyenin birisi de şudur ki:
Cenab-ı Hak, kemal-i rahmet ve kereminden,
kur’ân’a ve imana hizmetle meşgul olan bizleri teşvik ve
kulûbumuzu tatmin için, bir ikram-ı rabbanî ve bir ih-
san-ı ‹lâhî suretinde, hizmetimizin makbuliyetine alâmet
ve yazdığımız hak olduğuna işaret-i gaybiye nev’inden,
bütün risalelerimizde ve bilhassa Mu’cizat-ı Ahmediye ve
‹’caz-ı kur’ân ve pencereler risalelerinde, tevafukat-ı
gaybiye nev’inde bir letafet ihsan etmiştir. Yani, bir sa-
hifede misil olarak gelen kelimeleri birbirine baktırıyor.
Bunda bir işaret-i gaybiye veriliyor ki, “Bir irade-i gaybî
ile tanzim edilir. ‹htiyarınıza ve şuurunuza güvenmeyiniz.
‹htiyarınızın haberi olmadan ve şuurunuz yetişmeden ha-
rika nakışlar ve intizamlar yapılıyor.”
Bahusus Mu’cizat-ı Ahmediye risalesinde lâfz-ı
Resul-i
Ekrem
ve lâfz-ı salâvat bir âyine hükmüne geçip, o teva-
fukat-ı gaybiye işaretini sarih gösteriyor. Yeni, acemi bir
müstensihin yazısında, beş sahife müstesna, mütebaki iki
yüzden fazla salâvat-ı şerife birbirine muvazi olarak bakı-
yorlar. Şu tevafukat ise, şuursuz yalnız on adette bir iki
tevafuka sebep olabilen tesadüfün işi olmadığı gibi, sa-
natta maharetsiz, yalnız manaya hasr-ı nazar ederek, ga-
yet sür’atle, bir iki saatte otuz kırk sahifeyi telif eden ve
kendi yazmayan ve yazdıran benim gibi bir bîçarenin dü-
şünüşü dahi elbette değildir.
Ekrem sözü, lâfzı.
lâfz-ı salâvat:
salâvat kelimesi,
sözü.
lâzım:
gerek, gerekli.
letafet:
hoşluk.
maharet:
ustalık, beceriklilik, hü-
ner.
makbuliyet:
kabul edilmiş, olma.
mana:
anlam.
misil:
benzer, eş.
Mu’cizat-ı ahmediye:
Peygam-
ber Efendimizin gösterdiği mu’ci-
zeler.
muvazi:
paralel, karşılıklı aynı hi-
zada olma.
müstensih:
yazının kopyasını çı-
karan, yazarak çoğaltan.
müstesna:
hariç, dışında.
mütebaki:
geri kalan kısım
mütemerrit:
inatçı, direnen.
nakış:
işleme, süsleme.
nevi:
çeşit, cins.
risale:
belli bir konuda yazılmış
küçük kitap.
sahife:
sayfa.
salâvat-ı şerife:
Peygamberimize
yapılan rahmet duaları.
sarih:
açık.
suret:
biçim, şekil.
şuur:
bilinç, bir şeyin farkında ol-
ma hissi; bir şeyi anlama, tanıma
ve kavrama gücü; anlayış, idrak.
tahdis-i nimet:
‹lâhî nimeti şük-
rederek anlatma.
tanzim:
sıralama, düzenleme.
tatmin:
şüpheleri giderme, inan-
dırıp içini rahatlatma.
telif etme:
yazma.
tesadüf:
rastlantı; bir şeyin ken-
diliğinden meydana gelmesi.
teşvik:
şevklendirme, cesaret
verme.
tevafuk:
uygunluk, denk gelme.
tevafukat:
uygunluklar, denk
gelmeler.
tevafukat-ı gaybiye:
gizli teva-
fuklar, uygunluklar.
tevhit:
birleme, Allah’ın bir oldu-
ğuna inanma, Allah’ın varlığını,
birliğini, dengi ve ortağı bulunma-
dığını kabul etme.
vahdet:
birlik.
alâmet:
belirti, işaret.
âyine:
ayna.
bahusus:
özellikle.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bilhassa:
özellikle.
emare:
belirti, işaret.
gayet:
son derece.
hak:
doğru, gerçek.
hasr-ı nazar:
sadece bir şeye
bakıp ona dikkat etme.
haşiye:
açıklayıcı yazı, dipnot.
hükmüne:
yerine.
‹’caz-ı kuran:
Kur’ân’ın mu’ci-
zeliği.
ihsan:
ikram etme, bağış, yar-
dım.
ihsan-ı ‹lâhî:
Allah’ın ihsanı,
ikramı, nimetlendirmesi.
ihtiyar:
tercih, irade, istek.
ikram-ı Rabbanî:
bütün var-
lıkların ihtiyaçlarını gideren,
onları yetiştiren, uyum içinde
sevk ve idare eden Allah’ın
ikramı.
iman:
inanmak.
inşaallah:
Allah izin verirse.
intizam:
düzen, tertip.
irade-i gaybî:
gaybî irade, Ce-
nab-ı Hakkın dilemesi iste-
mesi.
irşat:
doğru yolu gösterme.
iskât:
susturma.
işarat-ı gaybiye:
görünme-
yen bir kaynaktan, Cenab-ı
Hak’tan gelen işaretler.
ittifak:
birleşme, birlik.
ittihat:
birleşme, birlik oluş-
turma.
izhar:
açığa çıkarma, göster-
me, belirtme.
kemal-i rahmet ve kerem:
mükemmel bir ikram, şefkat
ve merhamet.
kulûp:
kalbler, gönüller.
lâfz-ı Resul-i ekrem:
Resul-i
Mektubat | 649 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup