Meselâ, nasıl ki murassa ve müzeyyen bir elbise-i fahi-
reyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen; halk sa-
na dese, “Maşaallah çok güzelsin, çok güzelleştin.” eğer
sen tevazukârâne desen, “Hâşâ, ben neyim? Hiç! Bu ne-
dir, nerede güzellik?” o vakit küfran-ı nimet olur ve hul-
leyi sana giydiren mahir sanatkâra karşı hürmetsizlik
olur.
eğer müftehirâne desen, “evet, ben çok güzelim. Be-
nim gibi güzel nerede var? Benim gibi birini gösteriniz.”
o vakit, mağrurâne bir fahirdir.
‹şte, fahirden, küfrandan kurtulmak için demeli ki:
“evet, ben güzelleştim. Fakat güzellik libasındır ve dola-
yısıyla libası bana giydirenindir; benim değildir.”
‹şte, bunun gibi, ben de, sesim yetişse bütün küre-i ar-
za bağırarak derim ki:
sözler güzeldirler, hakikattirler. Fakat benim değildir-
ler; kur’ân-ı kerîm’in hakaikından telemmu etmiş şu-
alardır.
(1)
m
ós
ªn
ëo
ªp
H »
p
àn
dÉn
?n
e o
âr
Mn
ón
e r
øp
µ'
dn
h
@
»
p
àn
dÉn
?n
ªp
H Gk
ós
ªn
ëo
e o
âr
Mn
ón
e Én
en
h
düsturuyla derim ki:
p
¿'
Gr
ôo
?r
dÉp
H »
p
JÉn
ªp
?n
c o
âr
Mn
ón
e r
øp
µ'
dn
h@»
p
JÉn
ªp
?n
µp
H n
¿'
Gr
ôo
?r
dG o
âr
Mn
ón
e Én
en
h
Yani, “
Kur’ân’ınhakaik-ıi’cazınıbengüzelleştireme-
dim,güzelgösteremedim.BelkiKur’ân’ıngüzelhakikat-
leribenimtabiratlarımıdagüzelleştirdi,ulvîleştirdi
.”
kimse, usta.
şua:
bir ışık kaynağından uzanan
ışın demeti.
tabirat:
tabirler, deyimler, sözler.
telemmu’ etmek:
parıldamak,
ışıldamak.
tevazukârâne:
alçak gönüllülük
ile.
ulvî:
yüksek, yüce.
bahsetmek:
söz etmek, an-
latmak.
düstur:
kanun, kural, prensip.
elbise-i fahire:
değerli elbise.
fahir:
övünme, böbürlenme.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakaik-ı i’caz:
mu’cizeli haki-
katler.
hakikat:
gerçek, doğru.
halk:
insanlar.
hâşâ:
asla, öyle değil.
hulle:
elbise.
hürmet:
saygı.
küfran:
iyilik bilmeme, nan-
körlük.
küfran-ı nimet:
nimete karşı
nankörlük etme.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
libas:
elbise, giysi.
mağrurâne:
gururlanarak.
mahir:
becerikli, maharetli,
hünerli.
maşaallah:
Allah nazardan
saklasın, ne güzel.
meselâ:
örnek olarak.
murassa:
kıymeti taşlarla, sır-
malarla süslenmiş.
müftehirâne:
iftihar ederek,
gururlanarak.
müzeyyen:
süslenmiş, süslü,
bezenmiş.
sanatkâr:
sanat eseri yapan
1.
Ben sözlerimle Muhammed’i (
ASM
) övmüş, güzel göstermiş olmadım; aksine Muhammed’den
(
ASM
) bahsetmek benim sözlerimi güzelleştirdi. (‹mam-ı Rabbanî, Mektubat, 1:58.)
Mektubat | 627 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup