şükür ile oluyor, şükrü yetiştiriyor, şükrü gösteriyor.
Çünkü, rızka iştiha ve iştiyak, bir nevi şükr-i fıtrîdir. Ve
telezzüz ve zevk dahi gayrişuurî bir şükürdür ki, bütün
hayvanatta bu şükür vardır. Yalnız insan, dalâlet ve kü-
für ile, o fıtrî şükrün mahiyetini değiştiriyor, şükürden
şirke gidiyor.
Hem, rızık olan nimetlerde gayet güzel süslü suretler,
gayet güzel kokular, gayet güzel tatmaklar şükrün davet-
çileridir. zîhayatı şevke davet eder ve şevk ile bir nevi is-
tihsan ve ihtirama sevk eder, bir şükr-i manevî ettirir. Ve
zîşuurun nazarını dikkate celp eder, istihsana tergip eder,
nimetleri ihtirama onu teşvik eder; onun ile kàlen ve fi-
ilen şükre irşat eder ve şükrü ettirir ve şükür içinde en âlî
ve tatlı lezzeti ve zevki ona tattırır. Yani, gösterir ki, şu
lezzetli rızık ve nimet, kısa ve muvakkat bir lezzet-i zahi-
riyesiyle beraber, daimî, hakikî, hadsiz bir lezzeti ve zev-
ki taşıyan iltifat-ı rahmanîyi şükür ile kazandırır. Yani,
rahmet hazinelerinin Malik-i kerîm’inin hadsiz lezzetli
olan iltifatını düşündürüp, şu dünyada dahi cennetin bâkî
bir zevkini manen tattırır. ‹şte rızık, şükür vasıtasıyla o ka-
dar kıymettar ve zengin bir hazine-i camia olduğu hâlde,
şükürsüzlük ile nihayet derecede sukut eder.
Altıncı sözde beyan edildiği gibi, lisandaki kuvve-i za-
ika, Cenab-ı Hak hesabına, yani manevî vazife-i şükrani-
ye ile rızka müteveccih olduğu vakit, o dildeki kuvve-i za-
ika, rahmet-i bînihaye-i ‹lâhiyenin hadsiz matbahlarına
şakir bir müfettiş, hamit bir nazır-ı âlikadr hükmündedir.
eğer nefis hesabına olsa, yani rızkı in’am edenin şükrünü
mahiyet:
nitelik, özellik.
Malik-i kerîm:
bol ihsan ve ik-
ram sahibi olan, her şeyin gerçek
sahibi Allah.
manen:
manevî yönden.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
matbah:
mutfak.
muvakkat:
geçici.
müffettiş:
denetleyici.
müteveccih:
bir tarafa, dönen,
yönelen, yönelik.
nazar:
bakış, fikir.
nazır-ı âlikadr:
kadir, kıymet
bilen, takdir edebilen gözlemci.
nefis:
kötü vasıfları, nitelikleri
kendisinde toplayan, kötülüğe
sevk eden, şehevî istekleri kam-
çılayıp hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nevi:
çeşit, tür.
nihayet:
son.
nimet:
Allah’ın bağışladığı maddî
ve manevî lütuf ve ikramlar, yiye-
cek ve içecek şeyler.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara acıyıp bağışlaması,
onlara maddî ve manevî nimetler
vermesi.
rahmet-i bînihaye-i ‹lâhiye:
Al-
lah’ın sonsuz rahmeti.
rızık:
yiyecek, içecek şey.
sevk etme:
yönlendirme.
sukut:
düşme, değerini yitirme.
suret:
biçim, görünüş, şekil.
şakir:
şükreden.
şevk etme:
şiddetli arzu, aşırı is-
tek.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek.
şirk:
Allah’a ortak koşma.
şükr-i fıtrî:
yaratılıştan gelen, fıt-
rattan olan şükür duygusu.
şükr-i manevî:
manevî şükür.
şükür:
teşekkür, nimet ve iyiliğin
sahibini tanıma ve ona karşı min-
net duyma.
telezzüz:
lezzet, tat alma.
tergip etmek:
isteklendirmek,
rağbet verdirmek.
teşvik etmek:
şevklendirmek.
vasıta:
aracı.
vazife-i şükraniye:
şükür vazife-
si.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîşuur:
şuur sahibi.
âlî:
yüce, yüksek.
bâkî:
sürekli ve kalıcı olan.
beyan:
anlatma, izah, açıkla-
ma.
celp etmek:
çekmek.
daimî:
sürekli, devamlı.
dalâlet:
doğru yoldan ayrıl-
ma, sapıklık.
davet:
çağırma.
fiilen:
yaparak, fiille.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğal.
gayet:
çok, son derece.
gayrişuurî:
şuurunda olmak-
sızın, şuursuzca.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikî:
gerçek.
hamit:
Allah’a şükreden.
hayvanat:
hayvanlar.
hazine-i camia:
geniş hazine.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ihtiram:
saygı gösterme.
iltifat:
iyilik ve güzellikle dav-
ranış.
iltifat-ı Rahmanî:
Rahmana
ait, yakışır iltifat, Cenab-ı Hak-
kın iltifatı, teveccühü.
in’am:
nimet verme, nimet-
lendirme.
irşat etmek:
doğru yolu gös-
termek.
istihsan:
güzel bulma, beğen-
me.
iştiha:
istek, iştah.
iştiyak:
aşırı isteme, şiddetli
istek.
kàlen:
sözle, söyleyerek.
kuvve-i zaika:
tat alma duy-
gusu.
küfür:
nimeti inkâr etme,
dinsizlik.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
lezzet-i zahiriye:
görünen
lezzet ve zevk.
lisan:
dil.
Mektubat | 611 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup