Mektubat - page 604

Fakat jandarmaların akılları başlarında olduğu için,
hiçbir devlet, hiçbir hükûmet namazda, camide, vazife-i
diniye bitmeden ilişmediği için, namaz ve tesbihatın hi-
tamına kadar beklediler. Memur bundan kızmış, “jan-
darmalar beni dinlemiyorlar” diye kır bekçisini arkasın-
dan göndermiş. Fakat Cenab-ı Hak beni böyle yılanlarla
uğraşmaya mecbur etmiyor. ‹hvanlarıma da tavsiyem
budur ki:
zaruret-i kat’iye olmadan bunlarla uğraşmayınız. “
Ce-
vabü’l-ahmakı’s-sükût
” nev’inden, tenezzül edip onlarla
konuşmayınız. Fakat buna dikkat ediniz ki, canavar bir
hayvana karşı kendini zayıf göstermek, onu hücuma teş-
ci ettiği gibi, canavar vicdanı taşıyanlara karşı dahi dal-
kavukluk etmekle zaaf göstermek, onları tecavüze sevk
eder. öyle ise dostlar müteyakkız davranmalı; tâ dostla-
rın lâkaytlıklarından ve gafletlerinden, zındıka taraftarla-
rı istifade etmesinler.
• ‹kİNCİ NOkta:
(1)
o
QÉ s
ædG o
ºo
µ° s
ùn
ªn
àn
a Gƒo
ªn
?n
X n
øj
p
òs
dG n
‹ p
G BGƒo
æ`n
c r
ôn
J n
’n
h
ayet-i kerîme-
si fermanıyla, zulme değil yalnız alet olanı ve taraftar ola-
nı, belki edna bir meyil edenleri dahi dehşetle ve şiddet-
le tehdit ediyor. Çünkü, rıza-i küfür, küfür olduğu gibi,
zulme rıza da zulümdür.
‹şte, bir ehl-i kemal, kâmilâne, şu ayetin çok cevahi-
rinden bir cevherini şöyle tabir etmiştir:
alet:
sebep, vasıta.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti;
azamet ve şerefi olan ayet.
cevabü’l-ahmaku’s-sükût:
ah-
mağa verilecek en güzel cevap
susmaktır.
cevahir:
cevherler, çok kıymetli
söz veya faydalı yazılar.
cevher:
esas.
dalkavuk:
kendisine çıkar ve ya-
rar sağlayacak olan kimselere
aşırı saygı ve hayranlık göstere-
rek yaranmak isteyen kimse.
edna:
az, pek az, basit.
ehl-i kemal:
olgun ve değerli ki-
şiler, kemal sahibi olanlar.
ferman:
emir, buyruk.
gaflet:
boş bulunma, dikkatsizlik,
ihmal.
hitam:
son, bitme.
hükûmet:
yönetim, rejim.
ihvan:
kardeşler, candan dostlar.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
kâmilâne:
mükemmel bir şekil-
de.
küfür:
imansızlık, dinsizlik.
lâkaytlık:
ilgisizlik, duyarsızlık.
meyil:
taraftarlık.
müteyakkız:
uyanık, dikkatli.
nevi:
çeşit, cins.
rıza:
hoşnutluk, memnunluk,
kabul etme.
rıza-i küfür:
küfre rıza gös-
termek.
sevk:
yönlendirme.
tabir:
yorumlama, açıklama.
tavsiye:
öğütleme.
tecavüz:
saldırma, sataşma.
tehdit:
gözdağı verme, kor-
kutma.
tenezzül:
inme, alçalma.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı
Hakkın bütün noksan sıfatlar-
dan uzak ve bütün kemal sı-
fatlara sahip olduğunu ifade
eden sözler.
teşci:
cesaret verme, cesaret-
lendirme.
vazife-i diniye:
dinî vazife,
görev, ibadet.
zaaf:
zayıflık.
zaif:
zayıf, güçsüz.
zalim:
zulmeden, haksızlık
eden, acımasız ve haksız dav-
ranan.
zaruret-i kat’iye:
kesin ihti-
yaç, kat’î zorunluluk.
zulüm:
haksızlık, kötülük,
adaletsizlik.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
1.
Zalimlere en küçük bir meyil dahi göstermeyin; yoksa ateş size de dokunur. (Hûd Suresi:
113.)
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
| 604 | Mektubat
1...,594,595,596,597,598,599,600,601,602,603 605,606,607,608,609,610,611,612,613,614,...1086
Powered by FlippingBook