“Her ölünün ruhunu, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm mı
bizzat kabzediyor? Yoksa avaneleri mi kabzediyorlar?”
Bu hususta üç meslek var:
Birincimeslek
: Azrail Aleyhisselâm, herkesin ruhunu
kabzeder. Bir iş bir işe mâni olmaz; çünkü nuranîdir. nu-
ranî bir şey, hadsiz âyineler vasıtasıyla hadsiz yerlerde
bizzat bulunabilir ve temessül eder. nuranînin temessü-
lâtı, o nuranî zatın hassasına maliktir; onun aynı sayılır,
gayri değildir. güneşin âyinelerdeki misalleri güneşin zi-
ya ve hararetini gösterdiği gibi, melâike gibi ruhanîlerin
dahi, âlem-i misalin ayrı ayrı âyinelerinde misalleri, on-
ların aynılarıdır, hassalarını gösterirler. Fakat, âyinelerin
kabiliyetine göre temessül ediyorlar. nasıl ki Hazret-i
Cebrail Aleyhisselâm, bir vakitte dıhye suretinde saha-
beler içinde göründüğü
(1)
dakikada, binler yerde başka
suretlerde ve Arş-ı Azam önünde, şarktan garba kadar
geniş ve muhteşem kanatlarıyla secde ediyordu. Her
yerde, o yerin kabiliyetine göre temessülü varmış; bir an-
da binler yerde bulunuyormuş.
‹şte, şu mesleğe göre, kabz-ı ruh vaktinde insanın âyi-
nesine temessül eden melekülmevtin insanî ve cüz’î bir
misali, Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm gibi bir ulülazm ve
celâlli ve hiddetli bir zatın tokadına maruz olmak ve o mi-
salî melekülmevtin libası hükmündeki suret-i misaliyesin-
deki gözünü çıkarmak ne muhaldir, ne fevkalâdedir, ne
de gayrimakuldür.
‹kincimeslek
odur ki, Hazret-i Cebrail, Mikâil, Azrail
gibi melâike-i izam, birer nazır-ı umumî hükmünde kendi
âlem-i misal:
görüntüler âlemi,
dünyadaki işlerin görüntülendiği
ve gözlendiği, ruhların bulunduğu
âlem.
aleyhisselâm:
selâm ona olsun.
arş-ı azam:
en büyük arş, yüce-
ler yücesi ‹lâhî makam.
avane:
yardımcı.
âyine:
ayna.
bizzat:
kendisi, kendi, şahsen.
celâl:
büyüklük, heybet, haşmet.
cüz’î:
küçük, ferdi..
fevkalâde:
olağanüstü, normalin
üstünde.
garb:
batı.
gayr:
diğeri, başkası.
gayrimakul:
akıl dışı, mantıkî ol-
mayan.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hararet:
sıcaklık.
hassa:
nitelik, özellik.
hiddetli:
öfkeli, kızgın.
husus:
mevzu, konu.
hükmünde:
yerinde, değerinde.
insanî:
insanca.
kabiliyet:
kabul edebilirlik, kapa-
site.
kabzetme:
ruhun alınması.
kabz-ı ruh:
ruhun alınması, ölme.
libas:
elbise.
malik:
sahip.
mâni:
alıkoyan, engel.
maruz:
bir şeyin karşısında ve te-
siri altında bulunan, uğrama.
melâike:
melekler.
melâike-i izam:
büyük melekler
melekülmevt:
ölüm meleği, Az-
rail.
misal:
benzer, görüntü; ilk görün-
tü.
misalî:
görüntüden, ibaret.
muhal:
imkânsız.
nazır-ı umumî:
umumî, genel
gözetici.
nuranî:
nurlu.
ruhanî:
gözle görülmeyen,
cismi olmayan, elle tutulama-
yan varlıklar.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yü-
zünü görmekle şereflenen ve
onun sohbetlerine katılan
mü’min kimse.
secde:
baş eğme, başı yere
koyma.
suret:
biçim, görünüş, şekil.
suret-i misaliye:
misalinin bir
sureti, misale ait görüntü,
yansıyan görüntü.
şark:
doğu.
temessül:
bir şekil ve surete
girme, belirme, görünme.
temessülât:
belirmeler, gö-
rünmeler, bir şekil ve surete
girmeler.
ulülazm:
kendilerine yapılan
türlü işkencelere tahammül
eden Hz. Muhammed, Hz.
Hûd, Salih, Lût, Şuayp, ‹sa,
Musa, ‹shak, Yakup, Yusuf,
Eyüp, ‹brahim, Nuh peygam-
berler.
vasıta:
aracı.
zat:
azamet ve ululuk sahibi,
kişi.
ziya:
ışık.
1.
Buharî, Menakıb: 25; Müslim, Fezailü's-Sahabe: 100; Mecmaü'z-Zevaid, 9 276.
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
| 588 | Mektubat