Mektubat - page 568

İkincisi
: Beş seneden beri mert ve ciddî ve cesur bir
dostum, ehl-i dünyanın ve yeni gelen bir amirin hüsnü-
zannını ve teveccühünü kazanmak için, komşum iken,
düşünmeyerek, ihtiyarsız, birkaç ay benimle görüşmedi.
Hatta bayramda ve ramazan’da uğramadı. Hâlbuki
maksadının aksiyle karye meselesi neticelendi, nüfuzu kı-
rıldı.
Üçüncüsü
: Haftada bir iki defa benimle görüşen bir
hafız, imam olmuş, sarık sarmak için iki ay beni terk et-
ti. Hatta bayramda yanıma gelmedi. Hilâf-ı me’mul ola-
rak, maksadının aksiyle, yedi sekiz ay imamlık ettiği hâl-
de, hilâf-ı âdet bir surette ona sarık bağlattırılmadı.
İşte bu gibi vukuatlar çok var; fakat bazılarının hatırla-
rını kırmamak için zikretmiyorum. Bunlar ne kadar zayıf
birer emare ise de, fakat içtimaında bir kuvvet hissedilir.
onunla kanaat gelir ki, şahsıma karşı değil –çünkü nef-
simi hiçbir ikrama lâyık görmüyorum– belki hizmet-i
kur’ân noktasında, sırf o cihette bir ikram-ı İlâhî ve bir
himayet-i rabbaniye altında hizmet ettiğimiz anlaşılıyor.
dostlarım bunu düşünmeli, evhama kapılmamalı.
Madem hizmetkârlığıma bir ikram-ı İlâhîdir ve madem
fahre değil, belki şükre sebeptir. Ve madem
(1)
r
çu
ón
ë n
a n
?pq
H n
Q p
án
ªr
©p
æp
H És
en
Gn
h
fermanı var. Bu sırlara binaen,
hususî bir surette dostlarıma beyan ediyorum.
* * *
aksiyle:
tersiyle, zıddıyla.
amir:
emreden, idareci.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek.
binaen:
-den dolayı, dayanarak.
cesur:
cesaretli.
ciddî:
ağır başlı, samimî.
cihet:
yön, yan, taraf.
ehl-i dünya:
sadece dünya haya-
tı için yaşayan, ahireti düşünme-
yen.
emare:
işaret, belirti.
evham:
vehimler, kuruntular, aslı
ve esası olmayan düşünceler.
fahir:
övünme, onur, kıvanç.
ferman:
emir, buyruk.
hafız:
Kur’ân-ı Kerîm’i tamamen
ezberleyen kimse.
hatır:
gönül, saygı, ilgi.
hilâf-ı âdet:
âdete aykırı, kural
dışı.
hilâf-ı me’mul:
umulanın tersine,
beklenenin aksine.
himayet-i Rabbaniye:
mahlûkatı
yaratan, besleyen, yetiştiren
uyum içinde sevk ve idare eden
Allah’ın koruması.
hizmet-i kur’ân:
Kuran hizmeti.
hizmetkâr:
hizmetçi, hizmet
eden.
hususî:
özel, şahsî.
hüsnüzan:
güzel düşünce.
içtimaı:
toplanması.
ihtiyarsız:
elinde olmadan, irade
dışı.
ikram:
ağırlama, saygı gösterme.
ikram-ı İlâhî:
Allah’ın ikram
ve ihsanı.
imam:
namazda kendisine
uyulan, Müslüman cemaate
namaz kıldıran kişi.
kanaat:
inanma; görüş, fikir.
karye:
köy.
lâyık:
yakışan, uygun.
maksat:
istenilen şey, niyet,
amaç.
mesele:
ehemmiyetli, önemli
iş.
nefis:
kötü vasıfları, nitelikleri
kendisinde toplayan, insanı
iyiliklerden alıkoyup kötülük-
lere sevk eden güç.
netice:
sonuç.
nimet:
iyilik, lütuf, ihsan, ba-
ğış.
nüfuz:
etki.
Rab:
mahlûkatı yaratan, bes-
leyen, yetiştiren, uyum içinde
sevk ve idare eden Allah.
sırf:
sade, yalnız.
suret:
şekil, biçim,.
şükran:
teşekkür etme, iyili-
ğe karşı gösterilen iyi tavır.
şükür:
görülen bir iyiliğe kar-
şılık hoşnutluk, memnunluk
ve minnettarlık ifade etme.
teveccüh:
ilgi, yönelme.
vukuat:
meydana gelmiş
olaylar.
zaif:
zayıf.
zikretmek:
anmak, söyle-
mek, bildirmek.
1.
Rabbinin nimetlerini şükran ile an. (Duha Suresi: 11.)
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup
| 568 | Mektubat
1...,558,559,560,561,562,563,564,565,566,567 569,570,571,572,573,574,575,576,577,578,...1086
Powered by FlippingBook