Mektubat - page 567

tokat yedi. Muallimlikten askerliğe atıldı, Barla’dan uzak-
laştırıldı.
Dördüncüsü
: Bir muallim, (hafız, hem mütedeyyin
gördüğüm için,) kur’ân’ın hizmetinde bana bir dostluk
edecek niyetiyle ona samimâne bir dostluk gösterdim.
sonra, o, ehl-i dünyanın teveccühünü kazanmak için, bir
memurun bir tek kelâmıyla bize karşı çok soğuk ve kor-
kak vaziyeti aldı. sonra o maksadının aksiyle tokat yedi.
Müfettişinden şiddetli bir tekdir yedi ve azledildi.
İşte, bu dört adam düşman vaziyeti almakla böyle to-
kat yedikleri gibi, üç dostum da ciddî dostluğun iktiza et-
tiği merdane vaziyeti göstermedikleri için, tokat değil, bir
nevi ihtar nev’inde aks-i maksatlarıyla ikaz edildiler.
Birincisi
: gayet mühim ve ciddî ve hakikî bir talebem
olan bir zat-ı muhterem, mütemadiyen sözleri yazar,
neşrederdi. Müşevveş büyük bir memurun gelmesiyle ve
bir hâdisenin vukuu ile, yazdığı sözleri sakladı, muvakka-
ten istinsahı da terk etti; tâ ki, ehl-i dünyadan bir zahmet
görmesin ve bir sıkıntı çekmesin ve onların şerlerinden
emin olsun. Hâlbuki, o hizmet-i kur’âniyenin muvakka-
ten tatilinden gelen bir eser-i hata olarak, bir sene müte-
madiyen bin liraya mahkûmiyet gibi bir belâ gözü önüne
konuldu. ne vakit istinsaha niyet etti ve eski vaziyetine
döndü; o davasından tebrie etti, lillâhilhamd beraat ka-
zandı, fakr-ı hâliyle beraber bin liradan kurtuldu.
mütedeyyin:
dindar, dine bağlı.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
neşretmek:
kitap yazmak, yay-
mak, dağıtmak.
nev:
tür, çeşit.
niyet:
bir işi yapmayı önceden
düşünme, kalbin bir şeye karar
vermesi.
samimâne:
samimî bir şekilde.
şer:
fenalık, kötülük.
talebe:
öğrenci.
tebrie etmek:
temize çıkmak,
beraat etmek.
tekdir:
azar, azarlanma.
teveccüh:
ilgi, yönelme.
vaziyet:
durum, duruş, hâl.
vukuu:
meydana gelmesi.
zat-ı muhterem:
saygı değer, ki-
şi.
aks-i maksat:
maksadın aksi,
tersi.
aksiyle:
tersiyle, zıddıyla.
azletmek:
birisini işinden ve-
ya makamından ayırmak.
belâ:
musibet, sıkıntı, ceza.
beraat etmek:
suçsuz olduğu
anlaşılmak.
ciddî:
samimî, gerçek.
dava:
mahkemedeki yargıla-
ma, duruşma.
ehl-i dünya:
sadece dünya
hayatı için yaşayan, ahireti
düşünmeyen.
emin:
korunmuş, emniyette
bulunan.
eser-i hata:
hata eseri.
fakr-ı hâl:
fakir olma hâli,
yoksulluk.
gayet:
çok, son derece.
hâdise:
olay.
hafız:
Kur’ân-ı Kerîm’i tama-
men ezberleyen kimse.
hakikî:
gerçek.
hizmet-i kur’âniye:
Kur’ân’a,
Kur’ân hakikatlerine yapılan
hizmet.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ikaz edilme:
uyarılma.
iktiza ettiği:
gerektirdiği.
istinsah:
örneğini çıkarma,
kopya etme.
kelâm:
söz.
lillâhilhamd:
Allah’a hamd ol-
sun ki.
mahkûmiyet:
hüküm giyme,
bir suçtan ceza alma.
maksat:
istenilen şey, amaç.
merdane:
mertçe, erkekçe.
muallim:
öğretmen.
muvakkaten:
geçici olarak.
müfettiş:
denetleyen, araştı-
ran.
mühim:
önemli.
müşevveş:
belirsiz, karışık.
Mektubat | 567 |
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup
1...,557,558,559,560,561,562,563,564,565,566 568,569,570,571,572,573,574,575,576,577,...1086
Powered by FlippingBook