o yedi emarenin dördü, dost iken, sırf birer maksad-ı
dünyevî için, şahsıma değil, kur’ân’a hadimliğim cihetin-
de düşman vaziyeti almalarıyla, o maksatlarının aksiyle
tokat yediler. o yedi emarenin üçü ise, ciddî dost idiler
ve daima da dostturlar. Fakat dostluğun iktiza ettiği mer-
dane vaziyeti muvakkaten göstermediler, tâ ki ehl-i dün-
yanın teveccühünü kazanıp birer maksad-ı dünyevî ka-
zansınlar ve başlarından emin olsunlar. Hâlbuki, o üç
dostum, maatteessüf o maksatlarının aksiyle birer itap
gördüler.
evvelki dört zahirî dost, sonra düşman vaziyeti göste-
renlerin,
Birincisi
: Bir müdür, kaç vasıta ile yalvardı, onuncu
sözden bir nüsha istedi. ona verdim. o ise, terfi için,
dostluğumu bırakıp düşmanlık vaziyeti aldı. Valiye şekva
ve ihbar suretinde verdi. Hizmet-i kur’âniyenin bir eser-i
ikramı olarak, terfi değil, azledildi.
İkincisi
: diğer bir müdür, dost iken, amirlerinin hatırı
için ve ehl-i dünyanın teveccühünü kazanmak fikriyle,
şahsıma değil, hizmetkârlığım cihetinde rakîbâne ve düş-
manâne vaziyet aldı, kendi maksadının aksiyle tokat ye-
di. ümit edilmediği bir meselede iki buçuk seneye mah-
kûm edildi. sonra kur’ân’ın bir hizmetkârından dua iste-
di. İnşaallah, belki kurtulacak; çünkü ona dua edildi.
Üçüncüsü
: Bir muallim, dost görünürken, ben de ona
dost baktım. sonra, Barla’ya nakledip yerleşmek için
düşmanâne bir vaziyeti ihtiyar etti; o maksadının aksiyle
aksiyle:
tersiyle, zıddıyla.
amir:
emreden, idareci.
azletmek:
birisini işinden veya
makamından ayırmak.
cihet:
yön, yan, taraf.
düşmanâne:
düşmanca.
ehl-i dünya:
sadece dünya haya-
tı için yaşayan, ahireti düşünme-
yen.
emare:
belirti, işaret.
emin olmak:
emniyette, gü-
venlikte olmak.
eser-i ikram:
ikram eseri.
evvelki:
önceki.
hadim:
hizmet eden, hizmet-
kâr.
hizmet-i kur’âniye:
Kur’ân’a,
Kur’ân hakikatlerine yapılan
hizmet.
hizmetkâr:
hizmetçi, hizmet
eden.
ihbar:
ele vermek, yakalat-
mak maksadıyla gizlice bildir-
me.
ihtiyar etmek:
seçmek, ter-
cih etmek.
iktiza ettiği:
gerektirdiği.
inşaallah:
Allah izin verirse.
itap görmek:
azarlanmak,
terslenmek.
maatteessüf:
üzülerek; ne
yazık ki.
mahkûm edilme:
bir suçtan
dolayı ceza alma.
maksad-ı dünyevî:
dünyaya
yönelik maksat, gaye.
maksat:
istenilen şey, amaç.
merdane:
mertçe, erkekçe.
mesele:
önemli iş.
muallim:
öğretmen.
muvakkaten:
geçici olarak.
nakletmek:
yer değiştirmek,
aktarmak.
nüsha:
birbirinin aynı olan
yazılı metinlerden her biri.
rakîbâne:
rakip olarak.
sırf:
sade, yalnız.
suret:
şekil, biçim.
şekva:
şikâyet, yakınma.
terfi:
üst dereceye yükselme.
teveccüh:
ilgi, yönelme.
vasıta:
aracı.
vaziyet:
durum, duruş.
zahirî:
görünüşteki.
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup
| 566 | Mektubat