p
§r
î t
°ùdG n
ø r
«n
Y s
ø p
µ
'
d n
h@ l
án
?«
p
?n
c m
Ö r
«n
Y p
q
?o
c r
øn
Y Én
°Vp
q
ôdG o
ør
«n
Yn
h
(1)
Én
jp
hÉn
°ùn
Ÿr
G … p
ór
Ño
J
sırrınca, insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz,
başkasının mesleğini butlan ile mahkûm edemez.
İ k inc i Düs tur
: senin üzerine haktır ki, her söyledi-
ğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın
yoktur. Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu de-
mek doğru değildir. zira, senin gibi niyeti halis olmayan
bir adam, nasihati bazen damara dokundurur, aksülamel
yapar.
ÜçüncüDüs tur
: Adavet etmek istersen, kalbindeki
adavete adavet et, onun ref’ine çalış. Hem, en ziyade sa-
na zarar veren nefs-i emmarene ve heva-i nefsine ada-
vet et, ıslahına çalış. o muzır nefsin hatırı için mü’min-
lere adavet etme. eğer düşmanlık etmek istersen, kâfir-
ler, zındıklar çoktur; onlara adavet et. evet, nasıl ki mu-
habbet sıfatı muhabbete lâyıktır; öyle de, adavet hasleti,
her şeyden evvel kendisi adavete lâyıktır.
eğer hasmını mağlûp etmek istersen, fenalığına karşı
iyilikle mukabele et. Çünkü, eğer fenalıkla mukabele
edersen, husumet tezayüt eder. zahiren mağlûp bile
olsa, kalben kin bağlar, adaveti idame eder. eğer iyilikle
mukabele etsen, nedamet eder, sana dost olur.
(2)
Gk
O s
ôn
ªn
J n
º«
p
Äs
?dG n
âr
en
ôr
cn
G n
âr
fn
G r
¿p
Gn
h @ o
¬ n
à`r
µ n
?n
e n
Ë
p
ôn
µr
dG n
âr
en
ôr
cn
G n
âr
fn
G = G n
Pp
G
hükmünce, mü’minin şe’ni, kerîm olmaktır. senin ikra-
mınla sana musahhar olur. zahiren leîm bile olsa, iman
nefsin zararlı ve günah olan istek-
leri.
husumet:
düşmanlık.
hükmünce:
kararınca, değerince,
prensibi gereğince.
ıslah:
iyileştirme, düzeltme.
idame etmek:
devam ettirmek.
ikram:
bağış, ihsan.
iman:
inanmak, itikat.
insafsız:
vicdansız.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kerîm:
şerefli, cömert, ikram sa-
hibi.
kusur:
eksiklik, ayıp, kabahat.
lâyık:
yakışan, uygun.
leîm:
adî, bayağı; cimri.
mağlûp:
yenilmiş, yenilme.
mahkûm:
hükümlü, tutuklu.
muhabbet:
sevgi.
muhakkak:
doğruluğu kesinlik
kazanmış, şüphesiz.
mukabele:
karşılık verme.
musahhar:
boyun eğen, emre
uyan.
muzır:
zararlı.
mü’min:
iman eden, inanan.
nasihat:
öğüt.
nazar:
görüş, bakış.
nedamet:
pişmanlık.
nefis:
insanı eğlenceye, zevkli ve
lezzetli şeylere sevk eden güç,
duygu.
nefis-i emmarene:
insanı daima
kötülüğe, yasak zevk ve isteklere
sevk eden duygu.
niyet:
bir işi yapmayı önceden
düşünme, kalbin bir şeye karar
vermesi.
ref’ine çalışmak:
kaldırmaya ça-
lışmak.
rıza:
razı olma, hoşnutluk, mem-
nunluk.
sıfat:
hâl, belirleyici özellik, nite-
lik.
şe’n:
özellik.
tarafgirlik:
taraf tutmak.
tezayüt:
artma, çoğalma.
zahiren:
görünüşe göre, görünür-
de.
zalim:
zulmeden, haksızlık eden,
acımasız, gaddar.
zındık:
dinsiz, imansız, münkir.
zira:
çünkü, onun için.
ziyade:
çok, fazla.
adavet:
düşmanlık, kin.
aksülamel:
ters tepki.
butlan:
temelsizlik, çürüklük.
damara dokunmak:
birini
duyarlı olduğu konuda kızdır-
mak.
düstur:
kural, prensip, esas.
fena:
kötülük.
garazkâr:
düşmanlık güden,
kötü kasıt sahibi.
günah:
Allah’ın emirlerine ay-
kırı davranış, uygunsuz fiil, di-
nî suç.
günahkâr:
günah işleyen,
suçlu.
hak:
pay, hisse; doğru, ger-
çek.
hakem:
haklıyı haksızı ayır-
deden, yargıç.
halis:
hilesiz, saf, duru.
hasım:
düşman.
haslet:
karakter, huy.
hatır:
ilgi, saygı,
heva-i nefis:
nefsin hevası,
1.
Tarafgirlik ve rıza nazarı hiçbir kusuru görmez. Garazkârlıkla bakan ise, gizli kusurları da açı-
ğa çıkarır. (Ali Mâverdî, Edebü’d-Dünyave’d-Din, s. 10; Divanü’ş-Şafiî, s. 91.)
2.
Şeref ve izzet sahibi birine iyilik etsen, onu elde edersin. Aşağılık ve kötü birine iyilik etsen,
o daha da azar. (Şerh-iDivani’t-Tayyib, s. 710. Mütenebbi’ye ait bir beyit.)
Mektubat | 447 |
Y
irmi
i
kinci
m
ekTup