vahye bir şüphe getirmemek için onların o daimî casus-
luğu o zaman daha ziyade şahaplarla recim ve men edil-
diğine dair olan mezkûr ayetler münasebetiyle, gayet mü-
him üç başlı bir suale muhtasar bir cevaptır.
Sual:
Şu gibi ayetlerden anlaşılıyor ki, cüz’î ve bazen
şahsî bir hâdise-i gaybiyeyi de haber almak için, gayet
uzak bir mesafe olan semavat memleketine casus şeytan-
ların sokulması ve o çok geniş memleketin her tarafında
o cüz’î hâdisenin bahsi varmış gibi, hangi şeytan olsa,
hangi yere sokulsa, yarım yamalak o haberi işitecek, ge-
tirecek diye bir manayı akıl ve hikmet kabul etmiyor.
Hem, nass-ı ayetle, semavatın üstünde bulunan cenne-
tin meyvelerini bazı ehl-i risalet ve ehl-i keramet, yakın
bir yerden alır gibi alıyormuş, bazen yakından cenneti te-
maşa ediyormuş diye, nihayet uzaklık, nihayet yakınlık
içinde bir meseledir ki, bu asrın aklına sığmaz.
Hem cüz’î bir şahsın cüz’î bir ahvali, küllî ve geniş olan
semavat memleketindeki mele-i âlânın medar-ı bahsi ol-
ması, gayet hakîmâne olan tedvir-i kâinatın hikmetine
muvafık gelmiyor. Hâlbuki bu üç mesele de hakaik-ı İslâ-
miyeden sayılıyor.
Elcevap:
Evvelâ
: on Beşinci söz namındaki bir risalede, Yedi
Basamak namında yedi kat’î mukaddime ile,
(1)
p
Ú/
WÉn
«°s
û?p
d Ék
eƒo
Lo
Q Én
gÉn
ær
?n
©n
Ln
h n
í«/
HÉ°n
ün
ªp
H Én
«r
ft
ódG n
ABÉ n
ª°s
ùdG És
æ`s
jn
R r
ón
?n
dn
h
Lem’aLar | 667 |
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
mesele:
problem, önemli konu.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen.
muhtasar:
kısa, özet.
mukaddime:
ön söz.
muvafık:
uygun, münasip.
mühim:
önemli.
münasebet:
vesile.
namında:
adında.
nass-ı ayet:
ayetin açık ve kesin
hükmü.
nihayet:
son derece.
recim:
taşlama.
semavat:
semalar, gökler.
sual:
soru.
şahap:
alev, ateş parçası.
şahsî:
şahsa ait.
tedvir-i kâinat:
kâinatın idaresi.
temaşa:
bakıp seyretme.
vahiy:
bir emrin Allah (c.c.) tara-
fından peygamberlere bildirilmesi.
ziyade:
fazla.
ahval:
hâller, durumlar.
asır:
yüzyıl, devir.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cüm-
lesi.
casus:
hafiye, gizli haberleri
öğrenerek veya sırları çözerek
haber veren.
cüz’î:
küçük.
dair:
alâkalı, ilgili.
ehl-i keramet:
keramet sahip-
leri.
ehl-i risalet:
kitap sahipleri.
evvelâ:
ilk olarak.
gayet:
son derece.
hâdise:
olay.
hâdise-i gaybiye:
gaybî, gö-
rünmeyen hâdise.
hakaik-ı İslâmiye:
İslâm’a ait
hakikatler.
hakîmâne:
hikmetli bir şe-
kilde.
hâlbuki:
oysa ki.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek
bilgi.
kat’î:
kesin.
küllî:
umumî, genel.
mana:
anlam.
medar-ı bahis:
söz konusu.
mele-i âlâ:
Cenab-ı Hakka
daha yakın olan büyük me-
leklerin bulunduğu âlem.
men:
mâni olma, engelleme.
mesafe:
ara.
1.
And olsun ki, dünya semasını Biz kandillerle süsledik ve onları şeytanlar için birer taş yap-
tık. (Mülk Suresi: 5.)