gelen Cebrail ve nazar-ı Muhammedîye
(
AsM
)
görünen ha-
kaik-ı gaybiye, sağlam ve müstakimdir, hiçbir cihetle şüp-
he girmez diye, kur’ân-ı Mu’cizülbeyan, mu’cizâne haber
veriyor.
Amma cennetin uzaklığıyla beraber, âlem-i bekadan ol-
duğu hâlde en yakın yerlerde görülmesi ve bazen ondan
meyve alınması ise, evvelki iki temsil sırrıyla anlaşıldığı gi-
bi, bu âlem-i fânî ve âlem-i şahadet ise, âlem-i gayba ve
dâr-ı bekaya bir perdedir. cennetin merkez-i kübrası uzak-
ta olmakla beraber, âlem-i misal âyinesi vasıtasıyla her
tarafta görünmesi mümkün olduğu gibi, hakkalyakîn de-
recesindeki imanlar vasıtasıyla, cennetin bu âlem-i fânî-
de –temsilde hata olmasın– bir nevi müstemlekeleri ve
daireleri bulunabilir. Ve kalb telefonuyla, yüksek ruhlarla
muhabereleri olabilir, hediyeleri gelebilir.
Amma bir daire-i külliyenin cüz’î bir hâdise-i şahsiye ile
meşgul olması, yani, kâhinlere gaybî haberleri getirmek
için şeytanlar tâ semavata çıkıp kulak veriyorlar, yarım
yamalak yanlış haberler getiriyorlar diye tefsirlerdeki ifa-
delerin bir hakikati şu olmak gerektir ki:
semavat memleketinin payitahtına kadar gidip o cüz’î
haberi almak değildir. Belki cevv-i havaya dahi şümulü
bulunan semavat memleketinin –teşbihte hata yok– ka-
rakolhaneleri hükmünde bazı mevkileri var ki, o mevki-
lerde arz memleketiyle münasebettarlık oluyor. Cüz’î hâ-
diseler için, o cüz’î makamlardan kulak hırsızlığı yapıyor-
lar. Hatta kalb-i insanî dahi o makamlardan birisidir
Lem’aLar | 671 |
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
makam:
yer, mevki.
merkez-i kübra:
en büyük mer-
kez.
mevki:
yer, mekân.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekilde.
muhabere:
haberleşme.
münasebettar:
alâkalı, bağlantılı.
müstakim:
doğru, istikamet sa-
hibi.
müstemleke:
sömürge.
nazar-ı muhammediye:
Hz. Mu-
hammed’in nazarı, bakışı.
nevi:
çeşit, tür.
payitaht:
başkent.
perde:
örtü.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi olan
manevî varlık.
semavat:
semalar, gökler.
şümul:
içine alma, kaplama.
tefsir:
Kur’ân-ı Kerîm’i açıklamak
maksadıyla yazılan kitap.
temsil:
benzetme, örnek.
teşbih:
benzetme.
vasıta:
aracılık.
âlem-i beka:
sonsuzluk âlemi,
ahiret.
âlem-i fânî:
geçici âlem,
dünya.
âlem-i gayp:
görülmeyen
âlem.
âlem-i misal:
görüntüler
âlemi.
âlem-i şahadet:
gözle görülen
âlem.
arz:
yer, dünya.
Cebrail:
Allah tarafından pey-
gamberlere vahiy götürmekle
vazifeli melek.
cevv-i hava:
hava boşluğu.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük.
daire-i külliye:
her şeyi kap-
layan, bütüne ve umuma ait
daire.
dâr-ı beka:
bâkî ve sonsuz
dünya; ahiret.
evvel:
önce.
gaybî:
gayba dair.
hâdise:
olay.
hâdise-i şahsiye:
şahsî ve
ferdî hâdiseler.
hakaik-ı gaybiye:
gizli olan ve
bilinmeyen gerçekler.
hakikat:
gerçek.
hakkalyakîn:
en kesin bir su-
rette gerçeği görüp yaşamak
hâli.
hata:
yanlış, galat.
hükmünde:
yerinde.
ifade:
anlatma.
iman:
inanma, itikat.
kâhin:
gaipten haber vermek
iddiasında bulunan kimse.
kalb-i insanî:
insan kalbi.
karakolhane:
sorgulama yeri.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerini
yapmaktan âciz bırakan
Kur’ân-ı Kerîm.