ki, melek-i ilham ile şeytan-ı hususî, o mevkide mübareze
ediyorlar. Ve hakaik-ı imaniye ve kur’âniye ve hadisat-ı
Muhammediye
(
AsM
)
ise, ne kadar cüz’î de olsa, en büyük,
en küllî bir hâdise-i mühimme hükmünde, en küllî bir da-
ire olan Arş-ı Azamda ve daire-i semavatta –temsilde ha-
ta olmasın– mukadderat-ı kâinatın manevî ceridelerinde
neşrolunuyor gibi, her köşede medar-ı bahis oluyor diye
beyan ile beraber, kalb-i Muhammedîden
(
AsM
)
tâ daire-i
Arşa varıncaya kadar ise, hiçbir cihetle müdahale imkânı
olmadığından, semavatı dinlemekten başka şeytanların
çaresi kalmadığını ifade ile, vahy-i kur’ânî ve nübüvvet-i
Ahmediye
(
AsM
)
ne derece yüksek bir derece-i hakkani-
yette olduğunu ve hiçbir cihetle hilâf ve yanlış ve hile ile
ona yanaşmak mümkün olmadığını, gayet beliğâne, bel-
ki mu’cizâne ilân etmek ve göstermektir.
Sa i d Nu r s î
(1)
o
º«/
µ n
`?r
G o
º«/
?n
©r
dG n
âr
fn
G n
?s
f p
G BÉ n
`æn
àr
ªs
? n
Y Én
e s
’ p
G B Én
æn
d n
ºr
? p
Y '
’ n
?n
fÉn
ërÑ°oS
®
arş-ı azam:
en büyük arş, Allah’ın
arşı.
beliğâne:
maksadı tam olarak ve
mükemmel bir üslûpla ifade ede-
rek.
beyan:
anlatma, izah.
ceride:
gazete.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük.
daire-i arş:
Arş dairesi, İlâhî ma-
kam dairesi.
daire-i semavat:
gökler âlemi.
derece-i hakkaniyet:
doğruluk,
gerçekçilik derecesi.
gayet:
son derece.
hadisat-ı muhammediye:
Hz. Mu-
hammed’in olayları.
hâdise-i mühimme:
önemli olay.
hakaik-ı imaniye ve Kur’âniy
e:
iman ve Kur’ân hakikatleri.
hata:
yanlış, galat.
hilâf:
zıt.
hile:
desise.
hükmünde:
değerinde.
ifade:
anlatma.
imkân:
mümkün olma, olabi-
lirlik.
kalb-i muhammedî:
Hz. Mu-
hammed’in kalbi.
küllî:
umumî, genel.
manevî:
mana ile ilgili.
medar-ı bahis:
söz konusu
melek-i ilham:
insanlara iyi
şeyler yapmayı ve kötü şeyleri
yapmamayı ilham eden me-
lek.
mevki:
yer, makam.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şe-
kilde.
mukadderat-ı kâinat:
kâi-
natta meydana gelecek hâdi-
seler, olaylar.
mübareze:
vuruşma, çatışma.
müdahale:
karışma, ilişme.
neşir:
yayma, tamim.
nübüvvet-i ahmediye:
Hz.
Muhammed’in (asm) peygam-
berliği.
semavat:
semalar, gökler.
şeytan-ı hususî:
herkesin şah-
sına musallat olan özel şey-
tan.
temsil:
benzetme, örnek.
vahy-i Kur’ânî:
Kur’ân’ın vahiy
hakikati.
1.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgi-
miz yoktur. Muhakkak ki Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Su-
resi: 32.)
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
| 672 | Lem’aLar