ayetinin ifade ettiği, yıldızlarla, şeytan casuslarının sema-
vattan ref’ ve tardı öyle bir surette ispat edilmiş ki, en
muannit maddiyyunu dahi ikna eder, susturur ve kabul
ettirir.
Saniyen:
Bu uzak zannedilen o üç hakikat-i İslâmiye-
yi kısa zihinlere yakınlaştırmak için bir temsil ile işaret
edeceğiz.
Meselâ, bir hükûmetin daire-i askeriyesi memleketin
şarkında ve daire-i adliyesi garbında ve daire-i maarifi şi-
malinde ve daire-i ilmiyesi cenubunda ve daire-i mülkiye-
si ortasında bulunsa; telsiz, telefon, telgrafla, gayet mun-
tazam bir surette, her daire alâkadar olduğu vaziyetleri
görse, haber alsa; âdeta umum o memleket, adliye daire-
si olduğu hâlde, askerî dairesidir ve mülkiye dairesi oldu-
ğu gibi, ilmiye dairesi oluyor.
Hem meselâ, müteaddit devletler ve ayrı ayrı payitaht-
ları bulunan hükûmetlerin, bazen oluyor ki, müstemlekât
cihetiyle veya imtiyazat haysiyetiyle veya ticaretler müna-
sebetiyle bir tek memlekette ayrı ayrı hâkimiyetleri bulu-
nur. raiyet ve millet bir olduğu hâlde, her bir hükûmet,
kendi imtiyazı cihetiyle, o raiyetle münasebettardır. Bir-
birinden çok uzak o hükûmetlerin muamelâtı birbirine te-
mas ediyor, her hanede birbirine yakınlaşıyor ve her
adamda iştirakleri oluyor. Cüz’î meseleleri, temas nokta-
larındaki cüz’î bir dairede görülür. Yoksa, her cüz’î bir
mesele, daire-i külliyeden alınmıyor. Fakat o cüz’î mese-
lelerden bahsedildiği zaman, doğrudan doğruya daire-i
külliyenin kanunuyla olduğu cihetiyle, daire-i külliyeden
âdeta:
sanki.
adliye dairesi:
yargılama işlerinin
yürütüldüğü daire.
alâkadar:
ilgili, münasebetli.
askerî daire:
askerî işlerin yürü-
tüldüğü daire.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
casus:
hafiye, gizli haberleri öğre-
nerek veya sırları çözerek haber
veren.
cenup:
güney.
cihet:
yön, vesile.
cüz’î:
küçük.
daire-i adliye:
adliye dairesi.
daire-i askeriye:
askerlik dairesi.
daire-i ilmiye:
ilim dairesi.
daire-i külliye:
her şeyi kaplayan,
bütüne ve umuma ait daire.
daire-i maarif:
eğitim-öğretim
dairesi.
daire-i mülkiye:
devlet idaresiyle
meşguliyet dairesi.
garb:
batı.
gayet:
son derece.
hakikat-i İslâmiye:
İslâmiyet ha-
kikati, gerçeği.
hâkimiyet:
hâkimlik, egemenlik.
hane:
ev, mesken.
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
| 668 | Lem’aLar
haysiyet:
itibar.
hükûmet:
yönetim.
ifade:
anlatma.
ikna:
inandırma.
ilmiye dairesi:
talim ve ter-
biye işlerinin, millî eğitim işle-
rinin yürütüldüğü daire.
imtiyaz:
ayrıcalık, özel izin.
imtiyazat:
imtiyazlar, izinler.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
iştirak:
ortak olma.
maddiyyun:
maddenin ezelî
ve ebedî olduğuna, sonradan
yaratılmamış bulunduğuna
inananlar.
meselâ:
misal olarak.
mesele:
problem, önemli
konu.
muamelât:
muameleler, iç
hukukla ilgili konular.
muannit:
inatçı.
muntazam:
intizamlı, düzenli.
mülkiye dairesi:
maliye işle-
rinin yürütüldüğü daire.
münasebet:
vesile.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
müstemlekât:
müstemleke-
ler, sömürgeler.
müteaddit:
çeşitli.
payitaht:
başkent.
raiyet:
halk, vatandaş.
ref’:
kaldırma.
saniyen:
ikinci olarak.
semavat:
semalar, gökler.
suret:
biçim, tarz.
şark:
doğu.
şimal:
kuzey.
tart:
kovma.
temas:
değmek, ilişkilenmek.
temsil:
benzetme, misal.
umum:
bütün.
vaziyet:
durum.
zan:
sanma.
zihin:
bilinç, dimağ.