Lem'alar - page 658

YirmiDördüncüNükte
Zekâi’nin Rüyası
Bu sabah rüyamda, İstanbul’un tophane sahiline ben-
zer, saf ve berrak bir deniz kenarındayım. kuşluk zama-
nında olduğunu zannettiğim güneşin ziyası, o derya-i azî-
min üzerinde hoş parıltılar husule getiriyor. Ben deryaya
müteveccihim. denizin orta cenubu tarafından yüze yü-
ze sahile gelen bir genç, omzundaki bir sabanı sahile çı-
kardı. orada bütün kardeşlerimize tahliyeden sonra istik-
bal edilmekteler iken, sahil boyunu takiben, garptan do-
lu dizgin iki atlı geliyor. “üstad geliyor” dediler. Bu izdi-
ham yarıldı. Hiç durmaksızın, bu mühîb yağız atlı ve es-
mer çehreli iki zat, şarka doğru uzaklaştılar. Ben o der-
yaya dalmak üzere iken uyandım.
Zekâi
XC
YirmiBeşinciNükte
Bu Lem’anın başında İmam-ı Ali (
rA
) Risale-i Nur’a işa-
ret ettiğinden, bir kardeşimiz heyecanlı bir iştiyakla Risa-
le-i Nur’a “Elmas, Cevher, Nur” ismini takıp tekrar ede-
rek yazmıştı. Bu Lem’anın ahirinde derci münasip gö-
rüldü.
takva dairesinde bulunan talebe, deli de olsa, acaba
risale-i nur’un ve kıymetli elmasın nurundan ayrılabilir
ahir:
son.
berrak:
duru, açık.
cenup:
Güney.
cevher:
elmas, değerli taş.
derç:
sokma.
derya:
deniz.
derya-i azîm:
büyük deniz.
dolu dizgin:
hızlıca, koşar adım.
elmas:
çok değerli.
garb:
batı.
husul:
meydana gelme.
istikbal:
gelecek zaman.
iştiyak:
şevklenme, aşırı is-
teme.
izdiham:
aşırı kalabalık.
kıymetli:
değerli.
lem’a:
parıltı.
mühîb:
heybetli.
münasip:
uygun.
müteveccih:
yönelen.
nur:
ziya, ışık.
nükte:
ince söz ve mana.
saban:
hayvanla tarla sür-
mede kullanılan alet.
saf:
temiz.
şark:
doğu.
tahliye:
tutukluyu serbest bı-
rakma.
takiben:
takibinde, peşinden.
takva:
Allah’tan korkma, ya-
saklarından kaçınmada azamî
titizlik gösterme.
talebe:
öğrenci.
zan:
sanma.
zat:
kişi, şahıs.
ziya:
ışık.
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
a
| 658 | Lem’aLar
1...,648,649,650,651,652,653,654,655,656,657 659,660,661,662,663,664,665,666,667,668,...1406
Powered by FlippingBook