YirmiÜçüncüNükte
Tarafgirâne ve Risale-i Nur’a
rakîbâne söylenen sözlere mukabildir.
ger methetmekse tefahurla kendinizi maksadın,
risale-i nur’un en sönük yıldızının peykisiniz.
zinhar seyyare zannetme kardeşim, risale-i nur’un
Arz değil, afitap dahi peykidir onun.
pek yakında parlayacaktır âlemde risale-i nur,
sönmez, belki gizlenir, zira odur nurun âlâ nur.
Bir nur ki, bahr-i hakikat ve mahz-ı hidayettir o.
(1)
…'
ón
àr
gG p
øn
en
h u
…p
ƒs
°ùdG p
•Gn
ôu
°üdG o
ÜÉn
ër
°Un
G r
øn
e
’yı oku.
Haktan olmaz şikâyet, belki maksat hikâyet.
Şer’in üzere giderken Hakka malûm,
risale-i nur’a ki, eylemiştim hem de hizmet,
risale-i nur ki, Aliyyü’l-Murtaza ve gavs-ı Azam,
Celcelûtiye’de ve bazı kasaidde etmişler işaret.
risale-i nur ki, urvetü’l-vüska, lenfisam,
temessük etmiştim, zira hem hidayet ve ayn-ı hakikat,
koydular bizleri ki, orada durmuştu Yusuf Aleyhisselâm
Hem beraberimizde idi Hazret-i üstat.
Halil İbrahim
XC
Lem’aLar | 657 |
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
lâm dini.
tarafgirâne:
taraftarlık göstererek.
tefahur:
iftihar, övünme.
temessük:
sıkıca tutunma.
urvetü’l-vüska:
kopmaz ve sağ-
lam kulp.
zan:
sanma.
zinhar:
sakın, asla.
zira:
ondan ki.
afitap:
güneş.
âlem:
dünya, cihan.
aliyyü’l-murtaza:
Hz. Ali’nin
bir ünvanı.
arz:
yer, dünya.
ayn-ı hakikat:
gerçeğin tâ
kendisi.
bahr-i hakikat:
hakikat denizi.
Celcelûtiye:
Peygamberimizin
derslerine dayanarak ebcet ve
cifir hesabıyla alâkalı Hz. Ali
tarafından telif edilen Sürya-
nîce bir kaside.
Gavs-ı azam:
en büyük gavs,
Abdülkadir-i Geylânî Hazretle-
rinin namı.
ger:
eğer.
Hak:
Allah.
hidayet:
doğru olan, hak olan:
hikâyet:
hikâye.
kasaid:
kasideler.
lenfisam:
asla kırılmaz, kop-
maz.
mahz-ı hidayet:
hidayetin en
güzeli.
maksat:
gaye.
malûm:
bilinen.
methetmek:
övmek.
mukabil:
karşılık.
nurun ala nur:
nur üzerine
nur.
nükte:
ince söz ve mana.
peyk:
uydu.
rakîbâne:
rakip olarak.
seyyare:
gezegen, yıldız.
şer’:
İlâhî emir ve yasaklar; İs-
1.
Dosdoğru yolun yolcusu olan ve hidayete eren kimmiş. (Taha Suresi: 135.)
