YirmiYedinciNükte
Bu parçanın herkese faydası var.
(1)
W
(2)
p
Aƒ=° t
ùdÉp
H l
In
QÉ s
en
’n
¢n
ùr
Øs
ædG s
¿
p
G
Meali: “
Nefis daima kötü şey-
lere sevk eder
” ayetinin; hem de
(3)
n
? r
«n
Ñ r
æn
L n
ø r
«n
H »/
às
dG n
?o
°ùr
Øn
f n
? u
ho
ón
Y …'
ór
Yn
G
mana-i şerifi: “
Senin
en zararlı düşmanın, nefsindir
” hadisinin bir nüktesidir.
tezkiyesiz nefs-i emmaresi bulunmak şartıyla, kendi
nefsini beğenen ve seven adam başkasını sevmez. eğer
zahirî sevse de samimî sevemez; belki ondaki menfaatini
ve lezzetini sever. daima kendini beğendirmeye ve sev-
dirmeye çalışır. Ve kusurunu nefsine almaz, belki avukat
gibi kendini müdafaa ve tebrie eyler. Mübalâğalarla, bel-
ki yalanlarla nefsini medih ve tenzih ederek, âdeta takdis
eder ve derecesine göre,
(4)
o
¬j'
ƒn
g o
¬n
¡'
dp
G n
òn
îs
JG p
øn
e
ayetinin bir
tokadını yer.
temeddühü ve sevdirmesi ise, aksülamelle istiskali celp
eder, soğuk düşürtür. Hem amel-i uhrevîde ihlâsı kaybe-
der, riyayı karıştırır. Akıbeti görmeyen ve neticeleri
düşünmeyen ve lezzet-i hâzıraya müptelâ olan hisse ve
heva-i nefse mağlûp olup, yolunu şaşırmış hissin fetva-
sıyla, bir saat lezzet için bir sene hapiste yatar. Bir daki-
ka gurur veya intikam yüzünden on sene ceza görür.
Lem’aLar | 665 |
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
ihlâs:
samimiyet.
istiskal:
soğuk davranışlarla hoş-
lanmadığını belli etme.
kusur:
eksiklik, noksan.
lezzet-i hâzıra:
peşin lezzet.
mağlûp:
yenilmiş.
mana-i şerif:
şerefli mana.
meal:
mana, mefhum.
medih:
övmeye ve methetmeye
sebep olan şey.
menfaat:
fayda.
mübalâğa:
abartı, küçük bir şeyi
büyük gösterme.
müdafaa:
savunma.
müptelâ:
düşkün, tutkun.
nefis (nefis):
kötü vasıfları kendi-
sinde toplayan, hayırlı işlerden alı-
koyan güç.
nefs-i emmare:
insanı kötülüğe
sürükleyen nefis.
netice:
sonuç.
nükte:
ince söz ve mana.
riya:
iki yüzlülük.
samimî:
halis, saf.
sevk:
yönlendirme, gönderme.
takdis:
yüceltme, kudsî ve müba-
rek sayma.
tebrie:
birini temize çıkarma.
temeddüh:
kendi kendini övme.
tenzih:
Allah’ı her türlü eksik ve
noksandan uzak ve yüce tutma,
münezzeh sayma.
tezkiye:
nefsi kötülüklerden arın-
dırma.
zahirî:
görünüşte.
âdeta:
sanki.
akıbet:
son.
aksülamel:
tepki.
amel-i uhrevî:
neticesi ahi-
rette görülecek amel.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cüm-
lesi.
celp:
kendine çekme.
faide:
fayda.
fetva:
izin.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm)
ait söz, emir, fiiller.
heva-i nefis:
nefsin zararlı ve
günah olan arzuları.
hisse:
pay, nasip.
1.
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
2.
Yusuf Suresi: 53.
3.
Keşfü’l-Hafa, 1:143; Gazalî, İhya-iUlûmiddin, 3:4.
4.
Heves ve zevklerini ilâh edinen kimseyi gördün mü?.. (Casiye Suresi: 23) Ayetin devamı şöy-
ledir: “Onun bu hâlini bildiği için Allah onu saptırmış, kulağını ve kalbini mühürlemiş, gözü-
ne de perde çekmiştir. Allah’tan sonra artık onu doğru yola iletecek kimse yoktur. Hâlâ dü-
şünmez misiniz?”