Bu keramet değil de nedir? kur’ânî bir mu’cize değil
de nedir? Acaba bu fazilet, acaba bu lezzet, acaba bu el-
mas, Cevher hangi telifatta vardır ki, bu elmas, Cevher,
nurlar şimdiye kadar hangi zatın ağzından dökülmüştür?
Ben de, hapis değil, bu elmas, Cevher, nurlar için, her
an, her dakika, her fedakârlığı memnuniyetle kabul ede-
rim. Benden sonra bu elmas, Cevher, nurlar yoluna ev-
lâdım emin de bütün hayatını sarf etmeye hazırdır.
İşte bu elmas, Cevher, nurun ikinci kerametini ispat
ile, üç yaşından sekiz yaşına kadar akrabalarım ve evlâ-
dım, bu elmas, Cevher, nurlar için fedakârâne ve bu yol-
da hayatlarını hiç düşünmeden feda edeceklerini ispat
ederim. Çünkü bu elmas, Cevher, nuru okurken hepsi
başıma toplandı. onları sevdim ve birer çay verdim, bu
elmas, Cevher, nuru okumaya devam ettim. Hepsi bir-
den “Bu nedir, bu yazı nasıl yazıdır?” sordular. Ben de-
dim: “Bu elmas, Cevher, nurdur” diye bunlara okumaya
başladım.
onuncu sözü okurken saatler geçmiş. Çocuklar, me-
rakından, anlayamadıkları zaman hemen bendenize so-
ruyorlardı. Ben de bu elmas, Cevher, nuru onların anla-
yabileceği şekilde izah ederken, çocukların renkleri, renk
renk oluyordu ve güzelleşiyordu. Bendeniz de çocukların
yüzlerine baktıkça, hepsinde ayrı ayrı nurlu said görüyor-
dum.
suallerinde “nur hangisi, Cevher hangisi ve elmas
hangisi?” diye sorduklarında, “evet, nur bunu okumaktır.
akraba:
yakınlar, hısımlar.
cevher:
elmas, değerli taş.
elmas:
çok değerli.
evlât:
çocuklar.
fazilet:
değer, meziyet.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
fedakâr:
feda eden.
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
| 660 | Lem’aLar
fedakârâne:
fedakârca.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
izah:
anlatma, ayrıntılarıyla or-
taya koyma.
keramet:
ermişçesine yapılan
hareket veya söylenen söz.
Kur’ânî mu’cize:
Kur’ân’a ait
olan mu’cize.
lezzet:
zevk, haz.
memnuniyet:
memnunluk,
sevinçli oluş.
nur:
ziya, ışık.
sarf:
harcama.
sual:
soru.
telifat:
telifler, kaleme alınan
eserler.
zat:
kişi, şahıs.