Lem'alar - page 670

umum semavat memleketinde, hatta o memleketin her
köşesinde en mühim bir hâdise olduğundan, doğrudan
doğruya çok uzak ve çok yüksek olan koca semavatın
burçlarına nöbettarlar dizilip, yıldızlardan mancınıkları
atarak casus şeytanları tard ve defediyorlar vaziyetinde
göstermek ve ifade etmekle, vahy-i kur’ânînin derece-i
haşmetini ve şaşaa-i saltanatını ve hiçbir cihette şüphe
girmeyen derece-i hakkaniyetini ilâna bir işaret-i rabba-
niye olarak, o vakitte ve o asırda daha ziyade yıldızlar dü-
şürülüyormuş ve atılıyormuş. kur’ân-ı Mu’cizülbeyan da-
hi, o ilân-ı tekviniyeyi tercüme edip ilân ediyor ve o işa-
ret-i semaviyeye işaret eder.
evet, bir melâikenin üfürmesiyle uçurulabilir olan o ca-
sus şeytanları böyle işaret-i azîme-i semaviye ile, melâike-
lerle mübareze ettirmek, elbette o vahy-i kur’ânînin haş-
met-i saltanatını göstermek içindir. Hem bu haşmetli olan
beyan-ı kur’ânî ve azametli tahşidat-ı semaviye ise, cin-
nîlerin, şeytanların, semavat ehlini mübarezeye ve müda-
faaya sevk edecek bir iktidarları, bir müdahaleleri bulun-
duğunu ifade için değil, belki kalb-i Muhammedîden (
AsM
)
tâ semavat âlemine, tâ Arş-ı Azama kadar olan uzun
yolda, hiçbir yerde cin ve şeytanın müdahaleleri ol-
mamasına işaret için, vahy-i kur’ânî, koca semavatta,
umum melâikece medar-ı bahis olan bir hakikattir ki, bir
derece ona temas etmek için, şeytanlar tâ semavata ka-
dar çıkmaya mecbur olup, hiçbir şeye muvaffak olama-
yarak recmedilmesiyle işaret ediyor ki, kalb-i Muhamme-
dîye
(
AsM
)
gelen vahiy ve huzur-i Muhammediyeye
(
AsM
)
âlem:
dünya, cihan.
arş-ı azam:
en büyük arş, Allah’ın
arşı.
asır:
yüzyıl.
azamet:
büyüklük, yücelik.
beyan-ı Kur’ânî:
Kur’ân’ın beyan
ve ifadesi.
burç:
kale.
casus:
hafiye, gizli haberleri öğre-
nerek veya sırları çözerek haber
veren.
cihet:
yön.
cin:
gözle görünmez, lâtif cisim-
lerden ibaret bir yaratık.
cinnî:
cin taifesinden olan.
def’:
savmak, uzaklaştırma.
derece-i hakkaniyet:
doğruluk,
gerçekçilik derecesi.
derece-i haşmet:
ihtişamın dere-
cesi.
ehil:
bir yerde oturan.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek.
haşmet:
ihtişam, heybet.
haşmet-i saltanat:
sultanlığın haş-
meti, ihtişamı.
huzur-ı muhammediye:
Hz. Pey-
gamberin huzuru, sohbeti.
ifade:
anlatma.
iktidar:
bir işi gerçekleştirmek için
gereken kuvvet.
ilân-ı tekviniye:
İlâhî yaratılışın
ilânı.
işaret-i azîme-i semaviye:
sema-
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
a
| 670 | Lem’aLar
vatın büyük işaret ve hareket-
leri.
işaret-i rabbaniye:
Cenab-ı
Allah’ın işareti.
işaret-i semaviye:
semavî,
İlâhî işaret.
kalb-i muhammedî:
Hz. Mu-
hammed’in kalbi.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerini
yapmaktan âciz bırakan
Kur’ân-ı Kerîm.
mancınık:
ağır taşlar fırlatmak
için kullanılan, bir ucunda bir
kepçe, öbür ucunda da bir
karşı ağırlık bulunan eski bir
savaş aleti.
mecbur:
zorunlu.
medar-ı bahis:
söz konusu.
melâike:
melekler.
muvaffak:
başarılı.
mübareze:
kavga, dövüşme.
müdafaa:
savunma.
müdahale:
karışma, ilişme.
mühim:
önemli.
nöbettar:
nöbet tutan.
recmedilmek:
taşlanmak.
semavat:
semalar, gökler.
sevk:
yönlendirme, gön-
derme.
şaşaa-i saltanat:
parlak ve
gösterişli saltanat.
tahşidat-ı semaviye:
gökteki
kalabalık ve yığılmalar.
tart:
kovma.
temas:
değmek.
tercüme:
çeviri.
umum:
bütün.
vahiy:
bir emrin Allah (c.c.) ta-
rafından peygamberlere bildi-
rilmesi.
vahy-i Kur’ânî:
Kur’ân’ın vahiy
hakikati.
vaziyet:
durum.
ziyade:
fazlasıyla.
1...,660,661,662,663,664,665,666,667,668,669 671,672,673,674,675,676,677,678,679,680,...1406
Powered by FlippingBook