alınıyor gibi ve o dairede medar-ı bahis olunmuş bir me-
sele şekli verilir tarzda ifade edilir.
İşte bu iki temsil gibi, semavat memleketi, payitaht ve
merkez itibarıyla gayet uzak olduğu hâlde, arz memleke-
tinde insanların kalblerine uzanmış manevî telefonları ol-
duğu gibi, semavat âlemi, yalnız âlem-i cismaniye bakmı-
yor; belki âlem-i ervahı ve âlem-i melekûtu tazammun et-
tiğinden, bir cihette perde altında âlem-i şahadeti ihata
etmiştir.
Hem âlem-i bâkîden ve dâr-ı bekadan olan cennet da-
hi, hadsiz uzaklığıyla beraber, yine o daire-i tasarrufatı,
perde-i şahadet altında, her tarafta nuranî bir surette
uzanmış, yayılmış. sâni-i Hakîm-i zülcelâl’in hikmetiyle,
kudretiyle, nasıl ki insanın başında yerleştirdiği duygula-
rının merkezleri ayrı ayrı olduğu hâlde, her biri umum o
vücuda, o cisme hükmediyor ve daire-i tasarrufuna alabi-
liyor. öyle de, bu insan-ı ekber olan kâinat dahi, müte-
dahil ve birbiri içinde bulunan daireler gibi, binler âlemle-
ri ihtiva ediyor. onlarda cereyan eden ahvalin ve hâdise-
lerin küllî ve cüz’iyeti ve hususiyeti ve azameti cihetiyle
medar-ı nazar olur, yani, o cüzler cüz’î ve yakın yerlerde
ve küllî ve azametliler küllî ve büyük makamlarda görülür.
Fakat bazen cüz’î ve hususî bir hâdise büyük bir âlemi
istilâ eder. Hangi köşede dinlenilse, o hâdise işitilir. Ve
bazen de büyük tahşidat, düşmanın kuvvetine karşı değil,
belki izhar-ı haşmet için yapılır. Meselâ, hâdise-i Muham-
mediye (
AsM
) ve vahy-i kur’ân’ın hâdise-i kudsiyesi,
Lem’aLar | 669 |
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
itibarıyla:
değeriyle.
izhar-ı haşmet:
haşmet ve hey-
betin görünmesi.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
kudret:
kuvvet, iktidar.
küllî:
umumî, genel oluş.
makam:
mevki.
manevî:
manaya ait olan.
medar-ı bahis:
söz konusu.
medar-ı nazar:
göz önünde bu-
lundurulması gereken.
meselâ:
misal olarak.
mesele:
problem, önemli konu
mütedahil:
birbirine geçmiş.
nuranî:
nurlu.
payitaht:
başkent.
perde-i şahadet:
görünen eşya
(âlem) perdesi.
Sâni-i Hakîm-i Zülcelâl:
her şeyi
izzet, heybet ve hikmet ile yaratıp,
sanat ile donatan Allah.
semavat:
semalar, gökler.
suret:
biçim, tarz.
tahşidat:
toplamalar, yığmalar.
tarz:
biçim, suret.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma.
temsil:
benzetme, örnek.
umum:
bütün.
vahy-i Kur’ân:
Kur’ân’ın vahiy yo-
luyla indirilmesi.
ahval:
hâller, durumlar.
âlem:
dünya, cihan.
âlem-i bâkî:
sonsuz olan ahi-
ret âlemi.
âlem-i cismaniye:
cisim
âlemi.
âlem-i ervah:
ruhlar âlemi.
âlem-i melekût:
ruhlar ve
melekler âlemi.
âlem-i şahadet:
gözle görülen
âlem.
arz:
yer, dünya.
azamet:
büyüklük, yücelik.
azamet:
büyüklük, yücelik.
cereyan:
bir tarafa doğru akış.
cihet:
yön.
cüz:
parça.
cüz’î:
küçük.
cüz’iyet:
cüz’î oluş, küçüklük.
daire-i tasarruf:
tasarruf sa-
hası.
daire-i tasarrufat:
tasarruflar
dairesi.
dâr-ı beka:
bâkî ve sonsuz
dünya; ahiret.
gayet:
son derece.
hâdise:
olay.
hâdise-i kudsiye:
mukaddes,
kusursuz hâdiseler.
hâdise-i muhammediye:
Hz.
Muhammed’in peygamberliği
ve mu’cizeleri.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek
bilgi.
hususî:
özel.
hususiyet:
ayırıcı özellik.
hükmetmek:
emri altında tut-
mak, hâkim olmak.
ifade:
anlatma, söyleme.
ihata:
kuşatma.
ihtiva:
içine alma.
insan-ı ekber:
büyük ve en
makbul olan insan.
istilâ:
kaplama.