karıncaları nezafet memurları olarak, hem nimet-i İlâhi-
yenin küçücük parçalarını teleften ve çiğnemekten ve ha-
karetten ve abesiyetten sıyanet etmekle ve küçücük hay-
vanatın cenazelerini toplamakla, sıhhiye memurları gibi
tavzif olunmuşlar.
Aynen onlardan daha mühim, sinekleri dahi, insanın
gözüne görünmeyen, hastalıkların mikroplarını ve mad-
de-i semmiyeyi temizlemekle, sinekler muvazzaftırlar. de-
ğil mikropların nakileleri, bilâkis, muzır mikropları mass,
yani emmek ve yemekle o mikropları imha, o madde-i
semmiyeyi istihaleye uğratırlar, çok sari hastalıkların önü-
nü alırlar. Hem sıhhiye neferleri, hem tanzifat memurla-
rı, hem kimyager olduklarına ve geniş bir hikmete maz-
har bulunduklarına delil ise, onların gayet kesretidir. Çün-
kü kıymettar, menfaattar şeyler teksir edilir.
(HaşİYe)
ey hodgâm insan! sineklerin binler hikmet-i hayatiye-
sinden başka, sana ait bu küçücük faydasına bak, sinek
düşmanlığını bırak: Çünkü, gurbette, kimsesiz, yalnızlık-
ta sana ünsiyet verdiği gibi, gaflete dalıp fikrini dağıtmak-
tan seni ikaz eder. Ve lâtif vaziyeti ve abdest alması gibi
yüzünü, gözünü temizlemesiyle, sana abdest ve namaz,
hareket ve nezafet gibi vazife-i insaniyeti ihtar eden ve
ders veren sineği görüyorsun.
Lem’aLar | 611 |
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
sari:
sirayet eden, bulaşan.
sıhhiye:
sağlık memuru.
sıyanet:
koruma, muhafaza etme.
tanzifat:
temizlik işleri.
tavzif:
görevlendirme.
teksir:
çoğaltma.
telef:
yok etme.
ünsiyet:
ülfet, dostluk.
vazife-i insaniyet:
insanlık vazi-
fesi.
vaziyet:
durum.
HaşİYe:
Bir sineğin kanadı ve vücudu ne kadar harika bir sanat-ı rab-
baniye olduğuna lâtifâne bir işaret olarak, meşhur Yunus emre’nin bu
fıkrası ne güzel bildirir: “Bir sineğin kanadını kırk kağnıya yüklettim /
kırkı da çekemedi, kaldı şöyle yazılı.”
abesiyet:
faydasız ve boş
olma.
bilâkis:
aksine.
cenaze:
ölü.
delil:
bir meseleyi ispata ya-
rayan şey, bürhan.
fıkra:
bent, fasıl.
gaflet:
gafillik, ihtiyatsızlık.
gayet:
son derece.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
hakaret:
hakirlik, küçük dü-
şürme.
harika:
hayret veren.
haşiye:
dipnot.
hayvanat:
hayvanlar.
hikmet:
yüksek ve derin bilgi.
hikmet-i hayatiye:
hayatın
hikmeti.
hodgâm:
kendini düşünen.
ihtar:
hatırlatma, uyarma.
ikaz:
uyarma.
imha:
yok etme, mahvetme.
istihale:
hâl değiştirme, dönü-
şüm.
kesret:
çokluk, fazlalık.
kimyager:
kimyacı.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
lâtif:
hoş, güzel.
lâtifâne:
hoşça, güzelce.
madde-i semmiye:
zehirli
madde.
mass:
emme, soğurma,
yutma.
mazhar:
nail olma, kavuşma.
menfaattar:
menfaatli, faydalı.
muvazzaf:
vazifeli.
muzır:
zararlı.
mühim:
önemli.
nâkile:
nakleden, ileten.
nefer:
er.
nezafet:
temizlik.
nimet-i İlâhiye:
Allah’ın ni-
meti.
sanat-ı rabbaniye:
Rabbi-
mize özgü olan eşsiz sanat.