Lem'alar - page 610

sıhhiye memurları nev’inden gayet muntazam âkilüllâhm
bir kısım hayvanatı halk etmiş. eğer o bahriye sıhhiye me-
murları gayet muntazam vazifelerini ifa etmeseydiler, de-
niz yüzü âyine gibi parlamayacaktı. Belki hazin ve elîm
bir bulanıklık gösterecekti.
Hem her günde milyarlarla yabanî hayvanlar ve kuşla-
rın cenazelerini toplamakla rûy-i zemini o taaffünattan te-
mizlemek ve zîhayatları o elîm, hazin manzaralardan kur-
tarmak için, nezafet ve sıhhiye memurları hükmünde olan
kartallar misillü, kerametkârâne, gizli ve uzak, beş altı sa-
at mesafeden bir sevk-i rabbanî ile o cenazenin yerini
hisseden, giden ve kaldıran âkilüllâhm kuşları ve vahşî
hayvanları halk etmiş. eğer bu berriye sıhhiyeleri gayet
mükemmel, intizamperver ve vazifedar olmasa idiler, ze-
min yüzü ağlanacak bir şekil alacaktı.
evet, âkilüllâhm hayvanların helâl rızıkları, vefat etmiş
hayvanların etleridir. Hayatta olan hayvanların etleri on-
lara haramdır. eğer yeseler, ceza görürler.
(1)
p
AÉn
fr
ôn
?r
dG n
øp
e o
AÉ s
ªn
÷r
G ¢ t
ün
àr
?n
j »
s
à`n
M
(ev kemâ kàl). Yani, “
Boy-
nuzsuz olan hayvanın kısası kıyamette boynuzludan alı-
nır
” diye ifade-i hadisiye gösteriyor ki: gerçi cesetleri fe-
nâ bulur; fakat ervahları bâkî kalan hayvanat mabeynin-
de dahi, onlara münasip bir tarzda, dâr-ı bekada müca-
zat ve mükâfatları vardır. ona binaen, canavarlara sağ
hayvanların etleri haramdır, denilebilir.
Hem küçücük hayvanların cenazelerini ve nimetin
küçücük parçalarını ve tanelerini toplamak vazifesiyle
âkilüllâhm:
et yiyen, etçil.
bahriye:
deniz işleriyle ilgili.
bâkî:
ebedî, daimî.
berriye:
karaya ait.
binaen:
-den dolayı.
cenaze:
ölü.
ceset:
ölü vücut.
ceza:
azap.
dâr-ı beka:
bâkî ve sonsuz dünya;
ahiret.
elîm:
keder veren, acıklı.
ervah:
ruhlar.
ev kemâ kàl:
söylediği gibi...
fenâ:
yok olma.
gayet:
son derece.
halk:
yaratma.
haram:
İslâmiyetçe yasaklanan iş-
ler.
hayvanat:
hayvanlar.
hazin:
hüzün veren, elemli.
helâl:
din bakımından günah ol-
mayan şey.
ifa:
yerine getirme.
ifade-i hadisiye:
hadis sözü.
intizamperver:
tertip ve düzeni
çok seven.
kerametkârâne:
kerametli bir şe-
kilde.
kısas:
öldüreni öldürme, yara-
layanı yaralama gibi ceza
verme.
kısım:
takım.
kıyamet:
kâinatın ölümünden
sonra, bütün ölülerin dirilip
ayağa kalkmaları.
mabeyn:
arası.
manzara:
genel görünüş.
memur:
emir altında olan.
mesafe:
uzaklık, ara.
misillü:
gibi, benzeri.
muntazam:
intizamlı, düzenli.
mücazat:
bir suça karşı verilen
ceza, karşılık.
mükâfat:
iyi bir işten dolayı
verilen ödül.
mükemmel:
kâmil, tam.
münasip:
uygun.
nevi:
çeşit, tür.
nezafet:
temizlik.
nimet:
lütuf, ihsan.
rızık:
yiyecek, içecek şey.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
sevk-i rabbanî:
Rabbin sevk
etmesi.
sıhhiye:
sağlık memuru.
şekil:
dış görünüş, biçim.
taaffünat:
fena, pis kokular.
tarz:
biçim, suret.
vahşî:
yabanî.
vazife:
görev.
vazifedar:
vazifeli.
vefat:
ölüm.
zemin:
yeryüzü.
zîhayat:
hayat sahibi.
1.
Müsned, 1:72; 2: 235, 323, 363, 442.
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
a
| 610 | Lem’aLar
1...,600,601,602,603,604,605,606,607,608,609 611,612,613,614,615,616,617,618,619,620,...1406
Powered by FlippingBook