esbap toplansa, onun mislini yapamazlar, o ayet-i Rab-
baniyeye muaraza edemezler, taklidini yapamazlar”
me-
alindeki ayetine ehemmiyetli bir mevzu teşkil eden ve
nemrut’u mağlûp eden; ve Hazret-i Mûsa (
As
) onların ta-
cizlerine karşı müştekiyâne, “Yâ rab, bu muacciz mah-
lûkları ne için bu kadar çoğaltmışsın?” deyince, ilhamen
cevap gelmiş ki: “sen bir defa sineklere itiraz ettin. Bu
sinekler çok defa sual ediyorlar ki: ‘Yâ rab, bu koca ka-
falı beşer seni yalnız bir lisan ile zikrediyor. Bazı da gaf-
let ediyor. eğer yalnız kafasından bizleri halk etseydin,
binler lisan ile sana zikredecek bizim gibi mahlûklar olur-
lardı’” diye, Hazret-i Mûsa’nın (
As
) şekvasına bin itiraz
kuvvetinde hikmet-i hilkatini müdafaa eden sineğin; hem
gayet nezafetperver, her vakit abdest alır gibi yüzünü, gö-
zünü, kanatlarını temizleyen bu taifenin elbette mühim
bir vazifesi vardır. Hikmet-i beşeriyenin nazarı kasırdır; da-
ha o vazifeyi ihata edememiş.
evet, Cenab-ı Hak, nasıl ki deniz yüzünü temizlemek
ve her günde milyarlarla vefiyat bulunan hayvanat-ı bah-
riye cenazelerini
(HaşİYe)
toplamak ve deniz yüzünü cena-
zelerle âlûde, müstekreh manzaradan kurtarmak için,
Lem’aLar | 609 |
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
muvazene-i bahriye:
denizin den-
gesi.
müdafaa:
savunma.
mühim:
önemli.
müstekreh:
tiksindirici.
müştekiyâne:
şikâyet edercesine.
nazar:
bakış, düşünme.
Nemrut:
Cenab-ı Hakka karşı kibir
taslayarak isyan eden ve Hz. İbra-
him’i ateşe attıran kâfir hüküm-
dar.
nezafetperver:
temizlik seven.
nispet:
oran.
nispeten:
oranla.
rab:
yaratan, büyüten, terbiye
eden Allah.
rahîm:
“acıyan, esirgeyen, özel-
likle mü’minlere rahmet eden, ya-
ratıklarına hususî merhameti olan,
güneşin her saydam şeyde yansı-
ması gibi ehadiyet sırrıyla her
ferde özel olarak merhametini yö-
nelten” manasında İlâhî isim.
rahîmiyet-i İlâhiye:
Allah’ın mer-
hamet edici olması.
sual:
soru.
şekva:
şikâyet.
taciz:
rahatsız etme, huzursuz
kılma.
taife:
güruh, familya.
taklit:
benzetmeye çalışma.
tefavüt-i cismi:
vücut farklılıkları.
teşkil:
şekillendirme.
tevellüdat-ı semekiye:
balıkların
üremesi.
vakit:
zaman.
valide:
anne.
vazife:
görev.
vefiyat:
ölümler, vefatlar.
zikir:
Allah’ın adlarını anarak dua
etme.
HaşİYe:
evet, bir balık, binler yumurta, binler yavru ve bazen bir mil-
yon yumurtadan ibaret olan havyardan çıkan tevellüdat-ı semekiyeye
nispeten vefiyatları bulunacak; tâ ki muvazene-i bahriye muhafaza edi-
lebilsin. rahîmiyet-i İlâhiyenin lâtif cilvelerindendir ki, valide balıkların
yavrularıyla nispetsiz bir tefavüt-i cismîde bulunduklarından, yavrulara
valideleri kumandanlık edemiyorlar. sokuldukları yere giremedikleri
için,
Hakîm
ve
Rahîm
, yavrular içinde onlara küçük bir kumandan
çıkarıp, validelik vazifesini o küçük kumandancıklara gördürür.
âlûde:
bulaşmış.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cüm-
lesi.
ayet-i rabbaniye:
Rabbe ait
mu’cize, Allah’ın varlığına ve
birliğine en büyük delil.
beşer:
insanlık.
Cenab-ı Hak:
Allah.
cenaze:
ölü.
cilve:
görünme, akis, yansıma.
ehemmiyet:
önem.
esbap:
sebepler.
gaflet:
Allah’tan uzaklaşıp nef-
sinin arzularına dalmak.
gayet:
son derece.
Hakîm:
“ hak ve adalet üzere
hükmeden, başkasını müda-
hale ettirmeden idare eden”
manasında İlâhî isim.
halk:
yaratma.
haşiye:
dipnot.
hayvanat-ı bahriye:
denizde
yaşayan hayvanlar.
hikmet-i beşeriye:
insanların
anlayışı, bilgisi.
hikmet-i hilkat:
yaratılış hik-
meti.
ihata:
kuşatma.
ilhamen:
ilham yoluyla.
itiraz:
karşı çıkma.
kasır:
kısa.
lâtif:
hoş, güzel.
lisan:
dil.
mağlûp:
yenilmiş.
mahlûk:
Allah tarafından ya-
ratılmış olan.
manzara:
genel görünüş.
meal:
mana, mefhum.
mevzu:
konu.
misil:
benzer.
muacciz:
taciz eden, sıkıntı ve-
ren.
muaraza:
birbirine karşı
gelme, mücadele.
muhafaza:
koruma.