Saniyen
: “Yukarı,” “aşağı” nisbîdir. küre-i arzın mer-
kezine göre yukarı ve aşağı oluyor. Hatta bize nispeten
aşağı olan bir şey, Amerika kıt’asına nazaran yukarı olu-
yor. demek, merkezden sath-ı arz tarafına gelen madde-
ler, sath-ı arzda olanlara göre vaziyeti değişir.
kur’ân-ı Mu’cizülbeyan i’caz lisanı ile ifade ediyor ki:
demirin o kadar çok menafii, o kadar geniş fevaidi var-
dır ki, insanın hanesi olan küre-i arzın mahzeninden çı-
karılacak adî bir madde değildir. Ve rastgele hacatta isti-
mal edilmiş fıtrî bir maden değildir. Belki Hâlık-ı kâinat’ın
tarafından rahmet hazinesinde ve kâinatın büyük tezgâ-
hından ihzar edilmiş bir nimet olarak, “rabbüssemavati
velarz” ünvan-ı haşmetiyle küre-i arz sekenesinin hacatı-
na medar olmak için demiri inzal etmiş, indirmiş diye,
demirdeki umumî menfaati ifade için, güya demirin gök-
ten gelen rahmet, hararet ve ziya gibi öyle şümullü fay-
daları var ki, kâinat tezgâhından gönderiliyor, küre-i ar-
zın dar ambarından değil. Belki kâinat sarayındaki büyük
hazine-i rahmetten ihzar edilerek gönderilip, küre-i arzın
ambarında yerleştirilmiş; o ambardan asırların ihtiyacına
nispeten parça parça ihraç ediliyor.
kur’ân-ı Azîmüşşan, bu küçük ambardaki parça parça
çıkarılan demiri, yalnız “sarf etmek” manasını ifade et-
mek istemiyor. Belki Hazine-i kübradan o nimet-i azîme-
yi küre-i arz ile beraber indirdiğini ifade etmek için; yani,
bu küre-i arz hanesine en lâzım şey demirdir ki, Hâlık-ı
zülcelâl, güya küre-i arzı güneşten ayırıp insanlar için
indirdiği zaman, demiri de beraber inzal etmiş ve
adi:
bayağı, basit.
ambar:
eşya saklanan yer.
asır:
yüzyıl.
fevaid:
menfaatler, faydalar.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki.
güya:
sanki.
hacat:
hacetler, ihtiyaçlar.
Hâlık-ı Kâinat:
kâinatın ve onun
içinde olan her şeyin yaratıcısı, Al-
lah.
Hâlık-ı Zülcelâl:
“celâl, azamet ve
kibriya sahibi yaratıcı” anlamında
Allah’ın bir sıfatı.
hane:
ev, mesken.
hararet:
sıcaklık.
Hazine-i Kübra:
en büyük hazine.
hazine-i rahmet:
rahmet hazinesi.
i’caz:
mu’cizeli oluş.
ifade:
anlatma.
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
| 616 | Lem’aLar
ihraç:
çıkarma.
ihzar:
hazırlama.
inzal:
indirme, indirilme.
istimal:
kullanma.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
kıt’a:
yer yüzündeki yedi bü-
yük kara parçasından her biri.
Kur’ân-ı azîmüşşan:
şan ve
şerefi yüce olan Kur’ân.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerini
yapmaktan âciz bırakan
Kur’ân-ı Kerîm.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
lisan:
dil.
mahzen:
içinde eşya saklana-
cak yer.
mana:
anlam.
medar:
sebep, vesile.
menafi:
menfaatler, faydalar.
menfaat:
fayda.
merkez:
bir şeyin ortası.
nazaran:
nispeten, kıyasen.
nimet:
lütuf, ihsan.
nimet-i azîme:
büyük nimet.
nisbî:
diğerine göre, göreceli,
göreli, izafî.
nispeten:
nispetle, oranla.
rabbü’s-Semavati ve’l-arz:
göklerin ve yerin Rabbi.
rahmet:
Allah’ın kullarına acı-
yıp bağışlaması maddî ve ma-
nevî nimetler vermesi.
saniyen:
ikinci olarak.
sarf:
harcama.
sath-ı arz:
yeryüzü.
sekene:
ikamet edenler, otu-
ranlar.
şümul:
kaplama, ihata etme.
umumî:
genel.
ünvan-ı haşmet:
yücelik ve
haşmet ünvanı.
vaziyet:
durum.
ziya:
ışık, aydınlık.