DÖRDÜNCÜ KeLİMe:
Malûmdur ki, umulmadık bir
şeyden kelâmın sudûru, kelâmı ehemmiyetleştirir; kendi-
ni dinlettiriyor. Hususan cevv-i sema ve bulutlar gibi
büyük cirimlerde tekellümvari sedalar dahi ehemmiyetle
herkese kendini dinlettiriyor. Hususan dağ cesametinde
bir fonografın nağamatı daha fazla kulağın nazar-ı dikka-
tini celp eder. Hususan semavat tabakalarını plâklar itti-
haz edip küre-i arzın kafasına işittirmek için sudûr eden
seda-i semavî-i kur’ânîyi, radyo kuvvetiyle, zerrat-ı hava-
iye o hurufata ahize ve nâkile oldukları gibi, elbette bu
kudsî hurufat-ı kur’âniyeye birer âyine, birer lisan, birer ib-
re ucu, birer kulak hükmüne geçtiğine remzen, kur’ân-ı
Hakîm’in hurufatının ne derece ehemmiyetli, kıymetli, ha-
siyetli, hayattar olduğuna işareten, ayet mana-i işarîsiyle
diyor ki: “kelâmullah olan kur’ân o kadar hayattar ve
kıymettardır ki, onu dinleyen, işiten kulakların adedini ve
o kulaklara giren o kudsî kelimelerin sayısını, bütün de-
nizler mürekkep ve melâikeler kâtip ve zerreler, nutfeler
ve nebatlar ve kıllar kalemler olsa, bitiremezler.”
evet, bitiremezler. Çünkü Cenab-ı Hak beşerin zayıf,
ruhsuz kelâmının adedini havada milyonlar kadar teksir
etse, elbette arz ve semavatın padişah-ı Bîmisalinin arz
ve semavata bakan ve arz ve semavatta umum zîşuurlara
hitap eden kelâmının her bir kelimesi zerrat-ı havaiye
adedince kelimeler olur.
BeşİNCİ KeLİMe:
İki Harftir.
Birinci Harf:
nasıl ki sıfat-ı
Kelâm’
ın kelimeleri var. öy-
le de,
Kudret’
in de mücessem kelimeleri var; İlmin de
Lem’aLar | 621 |
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
nağamat:
nağmeler, güzel sesler.
nâkil:
taşıyan, nakleden.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakış.
nebat:
bitki.
nutfe:
döl suyu, meni.
Padişah-ı Bîmisal:
benzersiz pa-
dişah.
remzen:
işaret ederek.
seda:
ses.
seda-i semavî-i Kur’ânî:
Kur’ân’ın
semavî sedası.
semavat:
semalar, gökler.
sıfat-ı Kelâm:
Cenab-ı Hakkın
kendi zatına mahsus olarak ko-
nuşma sıfâtı.
sudûr:
sâdır olma, çıkma.
tabaka:
kat, katman.
tekellümvari:
konuşur gibi.
teksir:
çoğaltma.
umum:
bütün.
zerrat-ı havaiye:
hava zerreleri.
zerre:
pek ufak parça.
zîşuur:
şuur sahibi.
ahize:
alıcı, nakledici alet.
arz:
yer, dünya.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cüm-
lesi.
âyine:
ayna.
beşer:
insanlık.
celp:
çekme.
Cenab-ı Hak:
Allah.
cesamet:
büyüklük, irilik.
cevv-i sema:
gökyüzü.
cirim:
vücut.
derece:
miktar, ölçü.
ehemmiyet:
önem.
fonograf:
sesleri kaydeden ve
kaydedilmiş sesleri çalan ci-
haz.
hasiyet:
bir şeye has vasıf.
hayattar:
canlı, yaşayan.
hitap:
konuşma, nutuk.
hurufat:
harfler.
hurufat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
harfleri.
hususan:
özellikle.
ibre:
derece belirten iğne şek-
lindeki ince gösterge.
ilim:
bilgi.
işareten:
işaret ederek.
ittihaz:
edinme.
kâtip:
yazıcı.
kelâm:
söz, konuşma.
Kelâmullah:
Allah’ın kelâmı,
Kur’ân-ı Kerîm.
kıymet:
değer.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
kudret:
kuvvet, iktidar.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
lisan:
dil.
mana-i işarî:
işaretlerle ifade
edilen mana.
melâike:
melekler.
mücessem:
cisimlenmiş.