OnuncuNükte
W
nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal
ve akıbetbinlik adesesiyle, gayet şaşaalı bir gece bayra-
mında, hapishane penceresinden bakarken, nazar-ı ha-
yalime inkişaf eden bir vaziyeti beyan ediyorum.
sinemada, eski zamanda mezaristanda yatanların va-
ziyet-i hayatiyeleri göründüğü gibi, yakın bir istikbalde
mezaristan ehli olanların müteharrik cenazelerini görmüş
gibi oldum. o gülenlere ağladım. Birden bir tevahhuş, bir
acımak hissi geldi. Aklıma döndüm, hakikatten sordum:
“Bu hayal nedir?” Hakikat dedi ki:
elli sene sonra, bu kemal-i neşe ile gülen ve eğlenen
zavallılardan elliden beşi, beli bükülmüş, yetmiş yaşlı ihti-
yarlar gibi; kırk beşi, mezaristanda çürümüş bulunacak-
lar. o güzel simalar, o neşeli gülmeler, zıtlarına inkılâp
etmiş olacaklar.
(1)
l
Öj/
ôn
b m
ä'
G t
?o
c
kaidesiyle, madem yakın-
da gelecek şeylerin gelmiş gibi görülmesi bir derece ha-
kikattir; elbette gördüğün hayal değildir.
Madem dünyanın gafletkârâne gülmeleri, böyle ağla-
nacak acı hâllerin perdesidir ve muvakkat ve zevale ma-
ruzdur; elbette bîçare insanların ebedperest kalbini ve
aşk-ı bekaya meftun olan ruhunu güldürecek, sevindire-
cek, meşru dairesinde ve müteşekkirâne, huzurkârâne,
adese:
bakış açısı.
akıbetbinlik:
bir işin sonunu gör-
mek.
aşk-ı beka:
ebedî hayat aşkı.
beyan:
anlatma.
bîçare:
çaresiz.
cenaze:
insan cesedi.
ebedperest:
sonsuz olana tapan.
endişe-i istikbal:
gelecek kay-
gısı.
gafletkârâne:
gafletli bir şe-
kilde.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, asıl.
hâl:
durum.
huzurkârâne:
huzurlu bir şe-
kilde.
inkılâp:
değişim, dönüşüm.
inkişaf:
açılma, görülme.
istikbal:
gelecek.
kaide:
kural, esas.
kemal-i neş’e:
tam bir neş’e.
maruz:
uğrama.
meftun:
müptelâ, tutkun.
meşru:
şeriata uygun.
mezaristan:
mezarlık.
muvakkat:
geçici.
müteharrik:
hareketli.
müteşekkirâne:
şükrederek.
nazar-ı hayal:
hayalî tasavvur
ve düşünce.
nev-i beşer:
insanlık.
nükte:
ince söz ve mana.
perde:
örtü.
ruh:
insanın kalb boşluğun-
daki lâtif cisme binen, özü
kavranamayan idrak edici sır.
sima:
yüz, çehre.
şaşaalı:
parlak görünüşlü.
tevahhuş:
korkma, ürkme.
vaziyet:
durum, hâl.
vaziyet-i hayatiye:
yaşayış
tarzları.
zeval:
sona erme, yok olma.
1.
Gelmesi muhakkak olan her şey, yakındır. (İbniMâce, Mukaddime: 7/46; Feyzü’l-Kadîr, 2:178.)
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
| 630 | Lem’aLar