eline girse, hakikat telâkki edilir.
(HaşİYe)
öyle de, vahde-
tülvücut meselesi gibi hakaik-ı ulviye, ehl-i gaflet ve es-
bap içine dalan avamlara girse, tabiat telâkki edilir ve üç
mühim zarar verir:
Birincisi:
Vahdetülvücudun meşrebi, Cenab-ı Hak he-
sabına kâinatı âdeta inkâr etmek iken, avama girdikçe,
gafil avamlara, hususan maddiyyun fikirleriyle âlûde olan
fikirlere girdikçe, kâinat ve maddiyat hesabına ulûhiyeti
inkâr yoluna gider.
İkincisi:
Vahdetülvücut meşrebi, masiva-i İlâhînin rubu-
biyetini o derece şiddetle reddeder ki, masivayı inkâr ve
ikiliği ref ediyor. değil nüfus-i emmarenin, belki her bir
şeyin müstakil vücudunu görmemek iken, bu zamanda
fikr-i tabiatın istilâsıyla ve gurur ve enaniyetin nefs-i em-
mareyi şişirmesiyle ve ahireti ve Hâlık’ı bir derece unut-
mak cihetiyle bazı nüfus-i emmare küçük birer firavun,
âdeta nefsini ma’bud ittihaz etmek istidadında bulunan
insanlara vahdetülvücudu telkin etmek, nefs-i emmareyi,
eliyazübillâh, öyle şımartır ki, ele avuca sığmaz.
Üçüncüsü:
tagayyür, tebeddül, tecezzi, tahayyüzden
mukaddes, münezzeh, müberra, muallâ olan zat-ı zülce-
lâl’in vücub-i vücuduna ve takaddüs ve tenezzühüne mu-
vafık düşmeyen tasavvurata sebebiyet verir ve telkinat-ı
batılaya medar olur.
Lem’aLar | 623 |
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
varlıklar.
masiva-i İlâhî:
Cenab-ı Hakkın dı-
şındaki bütün mahlûkat.
medar:
sebep, vesile.
mesele:
problem, önemli konu.
meşrep:
hareket tarzı, meslek.
muallâ:
yüce, yüksek.
mukaddes:
mübarek, kutsal.
muvafık:
uygun.
müberra:
temize çıkmış, aklan-
mış.
mühim:
önemli.
münasebet:
iki şey arasındaki
uyum.
münezzeh:
arınmış, uzak, berî.
müstakil:
bağımsız.
nefis (nefis):
kötü vasıfları kendi-
sinde toplayan, hayırlı işlerden alı-
koyan güç.
nefs-i emmare:
insanı kötülüğe
sürükleyen nefis.
nüfus-i emmare:
kötülüğü emre-
den nefisler.
red:
reddetme.
ref’:
kaldırma, giderme.
rububiyet:
Cenab-ı Allah’ın her
mahlûka muhtaç olduğu şeyleri
vermesi, terbiye, tedbir ve mali-
kiyeti.
sebebiyet:
sebep olma.
sevr:
öküz.
sır:
gizlilik, gizli bilgi.
tagayyür:
değişme, başkalaşma.
tahayyüz:
yer tutma.
takaddüs:
kudsî kılma, temiz ve
mukaddes olma.
tasavvurat:
tasavvurlar, düşünce-
ler.
tebeddül:
başkalaşma.
tecezzi:
parçalara ayrılma, bö-
lünme.
telâkki:
anlama, kabul etme.
telkin:
fikir aşılama, zihinde yer
ettirme.
telkinat-ı batıl:
batıl olan zihne
yer ettirme.
tenezzüh:
kusur ve noksandan
uzak olma.
tesmiye:
isimlendirme.
teşbih:
benzetme.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allahlık.
vahdetülvücut:
varlıkta birlik, var-
lığın bir ve tek olduğu düşüncesi,
“Yalnız Allah var gerisi hayal” di-
yen anlayış.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli ol-
mak.
vücut:
varlık.
Zat-ı Zülcelâl:
celâl ve büyüklük
sahibi zat, Allah.
HaşİYe:
nasıl ki iki melâike (teşbihin sırrı münasebetiyle sevr ve Hut
tesmiye edilen), avamca koca bir öküz ve koca bir balık telâkki edilmiş-
tir.
âdeta:
sanki.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
âlûde:
bulaşmış.
avam:
kaba ve cahil halk ta-
bakası.
Cenab-ı Hak:
Allah.
cihet:
yön, sebep.
derece:
ölçü.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldığın-
dan dolayı ahiretin farkında ol-
mayan.
eliyazübillâh:
Allah muhafaza
etsin.
enaniyet:
bencillik, egoistlik.
esbap:
sebepler.
fikir:
düşünce.
fikr-i tabiat:
her şeyi tabiat
yapıyor fikri.
firavun:
zalim, kibirli, gururlu.
gafil:
gaflette bulunan.
hakaik-ı ulviye:
yüce ve yük-
sek hakikatler.
hakikat:
gerçek.
Hâlık:
her şeyi yoktan var
eden, yaratıcı; Allah.
haşiye:
dipnot.
hususan:
özellikle.
hut:
balık.
inkâr:
reddetme.
istidat:
kabiliyet.
istilâ:
kaplama, yayılma.
ittihaz:
edinme.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
ma’bud:
kendisine ibadet olu-
nan.
maddiyat:
maddî ve cismanî
şeyler.
maddiyyun:
maddenin ezelî
ve ebedî olduğuna, sonradan
yaratılmamış bulunduğuna
inananlar.
masiva:
Allah’tan başka bütün