daireye girmeden evvel bulduğu şeyhi, her fert o şey-
hini, mürşidini, dairede dahi muhafaza edebilir. Fakat şey-
hi olmayan, daireye girdikten sonra, ancak daire içinde
mürşit arayabilir. Hem risale-i nur’un velâyet-i kübra
olan sırr-ı veraset-i nübüvvet feyzini veren ders-i hakaik
dairesindeki ilm-i hakikat dahi daire haricindeki tarikatle-
re ihtiyaç bırakmaz. Meğer tarikati yanlış anlayıp, güzel
rüyalar, hayaller, nurlara ve zevklere müptelâ ve ahiret fa-
ziletinden ayrı olan dünyevî ve hevesî zevkleri arzulayan
ve merciiyet makamını isteyen nefisperestler ola...
Bu dünya dârülhizmettir; külfet ve meşakkat ile ücret
ölçülür; dârülmükâfat değil. onun içindir ki, ehl-i hakikat
keşif ve kerametteki ezvak ve envara ehemmiyet vermi-
yorlar. Belki bazen kaçıyorlar, setrini istiyorlar.
Hem risale-i nur’un dairesi çok geniştir; şakirtleri pek
çoktur. Harice kaçanları aramaz, ehemmiyet vermez, bel-
ki daha içine almaz. Her insanda bir kalb var. Bir kalb
ise, hem dairede, hem hariçte olamaz.
Hem hariçteki irşada hevesli zatlar, risale-i nur’un şa-
kirtleriyle meşgul olmamalı. Çünkü üç cihetle zarar gör-
meleri muhtemeldir. takva dairesindeki talebeler irşada
muhtaç olmadıkları gibi, hariçte kesretli namazsızlar var.
onları bırakıp bunlarla meşgul olmak irşat değildir. eğer
bu şakirtleri severse, evvelâ daire içine girsin, o şakirtle-
re peder değil, belki kardeş olsun; fazileti ziyade ise, ağa-
beyleri olsun.
Hem bu hâdisede göründü ki, risale-i nur’a intisabın
çok ehemmiyeti var ve çok pahalı düştü. Ve buna bu
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
arzu:
istek, heves.
cihet:
yön.
dârülhizmet:
hizmet yeri.
dârülmükâfat:
mükâfat yeri, cen-
net.
ders-i hakaik:
hakikatler dersi.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehemmiyet:
önem.
ehl-i hakikat:
gerçeği bulup onun
peşinden gidenler.
envar:
nurlar, ışıklar.
evvelâ:
birinci olarak.
ezvak:
zevkler, lezzetler.
fazilet:
değer; meziyet.
fert:
şahıs, kişi.
feyiz (feyiz):
bolluk, bereket.
hâdise:
olay.
hariç:
bir şeyin dışı, dışta kalan.
heves:
istek, arzu.
hevesî:
zevk ve hevese göre.
ihtiyaç:
gereklilik, lüzum.
ilm-i hakikat:
hakikat ilmi.
intisap:
bağlanma, girme.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaf-
letten uyandırıp hidayet yolunu
gösterme.
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
| 632 | Lem’aLar
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâl-
ler.
kesretli:
fazlaca.
keşif:
Allah tarafından ilham
edilme, kalb gözüyle görme.
külfet:
zahmet, sıkıntı.
makam:
mevki.
merciiyet:
merkezîlik, kaynak
olan yer.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı.
meşgul:
uğraşma.
muhafaza:
koruma.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
muhtemel:
ihtimal dahilinde
olan.
müptelâ:
tutkun.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu
gösteren.
namaz:
İslâm’ın beş şartından
biri olan salât.
nefisperest:
nefsin arzularına
aşırı derecede uyan.
nur:
aydınlık, ışık.
peder:
baba.
setr:
örtme, kapama.
sırr-ı veraset-i Nübüvvet:
Peygamber vârisliğinin sırrı,
hikmeti.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şeyh:
bir tarikatte en üst mer-
tebeye ulaşmış kimse.
takva:
Allah korkusuyla dinin
yasak ettiği şeylerden ka-
çınma.
talebe:
öğrenci.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için,
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu.
velâyet-i kübra:
en büyük ve-
lîlik.
zat:
kişi, şahıs.
zevk:
lezzet, haz.
ziyade:
fazla.