zannettiğim kardeşlerimde sırr-ı ihlâsa münafi hareket vu-
kua gelmişti. ondan anladım ki:
(1)
r
ºo
gÉn
fr
òn
Nn
G... Gho
ôu
co
P Én
e Gƒo
°ùn
f És
ªn
?n
a
ayetinin uzaktan uzağa bir
mana-i işarîsi bize de bakıyor. ehl-i dalâlet için nazil olan
bu ayet onlara azaptır. Fakat bizim için terbiye-i nüfus ve
kefaretü’z-zünup ve tezyid-i derecat için şefkat tokadıdır.
Biz elimizdeki kıymettar nimet-i İlâhiyeyi tam takdir et-
mediğimizden, tokat yediğimize bir delil şudur ki:
en kudsî bir mücahede-i maneviyeyi tazammun eden
ve sırr-ı veraset-i nübüvvetle velâyet-i kübranın feyzine
mazhar ve sahabenin sırr-ı meşrebine medar olan risa-
le-i nur ile hizmet-i kudsiye-i kur’âniyemize kanaat etme-
yip, menfaati şimdilik bize pek az ve bu vaziyetimize mü-
him zararı muhtemel tarikat hevesinin birkaç defa şiddet-
le ihtarımla önü alınmasıdır. Yoksa, hem vahdetimizi bo-
zacaktı, hem dört elifin tesanüdüyle bin yüz on birden
dört kıymetine tenzil eden teşettüt-i efkâr ve bu gayet ağır
hâdiseye karşı kuvvetimizi hiçe indiren tenafür-i kulûba
uğrayacaktı.
gülistan sahibi Şeyh sadi-i Şirazî naklediyor. der:
“Ben bir ehl-i kalbi, tekkede seyr-i sülûk ile meşgul iken
görmüştüm. Birkaç gün sonra onu talebeler içinde,
medresede gördüm. ‘ne için o feyizli tekkeyi terk edip,
bu medreseye geldin?’ dedim. o da dedi ki: ‘orada, yal-
nız herkes kendi nefsini –eğer muvaffak olursa– kurta-
rabilir. Burada ise, bu âlihimmet şahıslar, kendileriyle
Lem’aLar | 639 |
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
’
a
muvaffak:
başarılı.
mücahede-i maneviye:
manevî
olarak yapılan cihad.
mühim:
önemli.
münafi:
zıt, ters.
nakil:
rivayet etme, anlatma.
nazil:
nüzul eden, inen.
nefis:
ruh, can.
nimet-i İlâhiye:
Allah’ın nimeti.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in mübarek yüzünü gör-
mekle şereflenen ve onun soh-
betlerine katılan mü’min kimse.
seyr-i sülûk:
ruhun manevî ma-
kamlardaki seyir ve seyahati.
sırr-ı ihlâs:
ihlâs sırrı.
sırr-ı meşrep:
gidişat sırrı.
sırr-ı veraset-i nübüvvet:
pey-
gamber vârisliğinin sırrı, hikmeti.
şahıs:
zat, kişi.
takdir:
kıymet verme, değerini an-
lama.
talebe:
öğrenci.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için, şey-
hin gözetiminde müridin takip
edeceği terbiye usul ve yolu.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma.
tekye:
dervişlerin zikir ve ders için
toplandıkları yer, tekke.
tenafür-i kulûp:
kalblerin nefret
etmesi.
tenzil:
kıymetten düşürme.
terbiye-i nüfus:
nefislerin terbi-
yesi.
terk:
bırakma.
tesanüt:
dayanışma.
teşettüt-i efkâr:
fikirlerin dağınık
olması.
tezyid-i derecat:
derecelerin art-
tırılması.
vahdet:
birlik.
vaziyet:
durum, hâl.
velâyet-i kübra:
en büyük velâ-
yet.
vuku:
meydana gelme.
zan:
sanma.
âlihimmet:
himmeti yüksek,
gayretli.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cüm-
lesi.
azap:
ceza, işkence.
delil:
emare, belirti.
ehl-i dalâlet:
azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i kalb:
kalbiyle manevî te-
rakkide bulunanlar.
feyiz:
bereket, ilim irfanı bol.
gayet:
son derece.
Gülistan:
Şirazlı Şeyh Sadi’nin
meşhur eseri.
hâdise:
olay.
heves:
istek, arzu.
hizmet-i kudsiye-i Kur’âniye
:
Kur’ân’ın mukaddes, yüce hiz-
meti.
ihtar:
hatırlatma, uyarma.
kanaat:
elindekiyle yetinme.
kefaretü’z-zünup:
günahların
kefareti.
kıymet:
değer.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
kudsî:
mukaddes, yüce.
mana-i işarî:
işaretlerle ifade
edilen mana.
mazhar:
nail olma, kavuşma.
medar:
sebep, vesile.
medrese:
İslâm dünyasında
düzenli öğretim kuruluşu.
menfaat:
fayda.
meşgul:
bir işle uğraşma.
muhtemel:
ihtimal dahilinde
olan.
1.
En’am Suresi: 44.