Lem'alar - page 634

kendine faydası olmayarak, hem bizlere, hem risale-i
nur’a, hem musibetzede arkadaşlarımıza, risale-i nur’a
girmeyen rüfekamıza zarar ve müteaddit ve dikkatle bizi
tecessüs eden adamların nazar-ı dikkatini celbe medar bir
heveste bulundular. Ben ki her birinizi yüz hemşehrime
değiştirmediğimi resmen mahkemede iddia ettim ve beni
ziyaret edenlere karşı iddia etmişim ki, risale-i nur tale-
belerinin en küçüğünü, hariç bir velîden daha ehemmiyetli
gördüğümü; ve kuleönülü Ali ve lütfi gibi genç ve halis
risale-i nur talebelerini hariçteki büyükçe bir velîye ter-
cih ettiğimi çok emarelerle benden anladığınız hâlde, na-
sıl oluyor ki menfaatsiz, belki zararlı bir heves yolunda ar-
kadaşların şahs-ı manevîsinin malûm ve âlî makamını ve
üstadınızın müsellem size karşı hayırhahlığını düşünme-
yip, hariçte makamı sizce meçhul ve hem o bîçareye za-
rarlı bir surette şeyhlik damarını tahrik etmek suretinde
sohbet etmek muvafık değildir. Bu tenkit, hâşâ, sizin umu-
munuza ve ekserinize ait değil, yalnız bir, iki, üç zatın ku-
surlarına da değil, kalblerinin fazla saffetinden ve tarikate
ziyade heveslerindendir. Hem Isparta’nın en zayıf dama-
rı, sebeb-i ithamımız olan tarikati en kuvvetli sebep gös-
termeleri, zannederim bu manasız tarikat hevesi sebebi-
yet vermiştir. Burada bu tevkifimizin en kuvvetli sebebi,
bu bazı safdillerin hevesinden ve benimle de münasebet-
leri tarikat süsü verdiğinden tahmin ederim. pek çok rica
ederim, benim bu tenkidimden gücenmeyiniz.
Sa i d Nu r s î
XC
âlî makam:
yüce mertebe, mevki.
bîçare:
çaresiz.
celp:
kendi tarafına çekmek.
ehemmiyet:
önem.
ekserî:
çoğu.
emare:
belirti.
halis:
samimî, saf.
hariç:
dışarısı, dışta kalan.
hâşâ:
asla.
Y
irmi
S
ekizinci
l
em
a
| 634 | Lem’aLar
hayırhahlık:
iyilik istemek.
hemşehri:
aynı memleketten
olan.
heves:
istek, arzu.
iddia:
bir fikri ısrarla savunma.
kusur:
eksiklik, noksan.
mahkeme:
hüküm yeri:
makam:
mevki.
malûm:
bilinen.
mana:
anlam.
meçhul:
bilinmeyen.
medar:
sebep, vesile.
menfaat:
fayda.
musibetzede:
belâya uğrayan.
muvafık:
uygun, münasip.
münasebet:
yakınlık, bağ.
müsellem:
doğruluğu her-
kesçe kabul edilmiş olan, aşi-
kâr.
müteaddit:
türlü türlü, çeşitli.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakış.
resmen:
resmî olarak.
rüfeka:
arkadaşlar, refikler.
safdil:
saf kalblilik, saflık.
saffet:
safîlik, halislik.
sebebiyet:
sebep olma.
sebep-i itham:
suçlama se-
bebi.
suret:
biçim, tarz.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs.
tahrik sureti:
kışkırtma biçimi.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için,
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu.
tecessüs:
iç yüzünü araştırma.
tenkit:
eleştiri.
tercih:
seçme.
tevkif:
tutuklama.
umum:
hep, bütün.
velî:
ermiş kimseler, Allah
dostu.
zan:
sanma.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
fazlasıyla.
1...,624,625,626,627,628,629,630,631,632,633 635,636,637,638,639,640,641,642,643,644,...1406
Powered by FlippingBook