Lem'alar - page 1026

nazarlı olduklarından olmadığını o kadar âlî bir üs-
lûpla ve hakikatli bir ifade ile beyan ve izah eder ki,
“Fesübhanallah, sebepleri bilinmediğinden, her an
için üç yüz elli milyon fedakâr tebaası bulunan bu âlî
İslâmiyet, nasıl olmuş da hepsi yüz elli milyonu te-
cavüz etmeyen ve ölümden dehşetli korkan üç dört
firenk hükûmetin elinde esir olmuşlar? Hem öyle
bir esaretle mahkûm edilmişler ki –Allah, Allah!–
her fırsatta öyle dehşetli şenâetler yapılmış ki, engi-
zisyon mezalimine rahmet okutacak işkenceler, bî-
çare ehl-i İslâm’a tatbik edilmiş. göz yaşlarına be-
del, damarlarından mütemadiyen kanlar akıttırılmış.
Bir değnek cezaya mukabil, ehl-i hamiyetin boyun-
ları gaddar zalimlerin elleriyle koparılmış, atılmış. o
bîçare Müslüman hamiyetperverlerinin bir kısmı da-
rağaçlarına asılmış, hayatlarına hatime verilmiş,
dünyanın ufuklarında merhametsizce teşhir edilmiş;
hem hayat-ı dünyevîleri parça parça edilmiş, hem
hayat-ı uhreviyeleri zedelenmiş. Bir kısmının ise her
iki hayatları ve saadetleri birden imha edilmiş. ne-
dendir?” diye vaki olacak sualin cevapları, elmas
hazinesine değer kıymetindeki bu risalenin Birinci
noktasının verdiği izahatın neticesinden anlaşılmak-
tadır.
İşte bu zavallı Müslümanlar hak ve hakikat mes-
leğinde giderlerken, hataya ve yanlışa düşmeleri yü-
zünden ihlâsları zedelenmiş, aralarına rekabet gir-
miş, beynlerindeki ittifak ve ittihat yerine tefrika ve
f
iHriST
| 1026 | Lem’aLar
âlî:
yüce, yüksek.
bedel:
karşılık, yerine.
beyan:
açıklama, anlatma.
beyn:
ara.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
dehşetli:
korkutucu, ürkütücü.
dehşetli:
olağanüstü; korkutucu.
ehl-i hamiyet:
din, millet, vatan
gibi yüce değerleri koruma duy-
gusu taşıyanlar.
ehl-i İslâm:
Müslümanlar.
engizisyon:
orta çağda Hristiyan-
lıktan uzaklaşan veya dinin esas-
larına aykırı davrananları cezalan-
dırmak için kurulan Katolik Kilisesi
mahkemeleri.
esaret:
esirlik.
fedakâr:
değer verdiği bir şey uğ-
runda kendi menfaatini hiçe sa-
yan, gözden çıkaran.
Fesübhanallah:
hayret ile şaşkın-
lık anlamında söylenen, “Allah’ım
kusur ve noksan sıfatlardan uzak-
sın” deme.
firenk:
Avrupalı.
gaddar:
acımasız, zalim.
hak:
gerçek, doğru.
hakikat:
gerçek.
hamiyetperver:
din, millet, vatan
gibi yüce değerleri korumak için
çalışmayı seven.
hatime:
son.
hayat-ı dünyevî:
dünya hayatı.
hayat-ı uhreviye:
ahiret hayatı.
helâk olmak:
mahvolmak
ifade:
söz, anlatım.
ihlâs:
bir işi başka bir karşılık
beklemeksizin sadece Allah rı-
zası için yapmak.
imha edilmek:
yok edilmek.
ittifak:
birleşme.
ittihat:
birlik.
izah etmek:
açıklamak.
izahat:
açıklamalar.
kıymet:
değer.
mahkûm olmak:
birisinin
hükmü altına girmek.
merhametsizce:
acımasızca.
mezalim:
zulümler, işkenceler,
haksızlıklar ve kötülükler.
mukabil:
karşılık, karşı.
mütemadiyen:
hiç durmadan,
devamlı bir şekilde.
nazar:
bakış, düşünce.
netice:
sonuç.
rahmet:
şefkat ve merhamet
etmek, acımak, esirgemek.
rekabet:
aynı amacı güdenler
arasındaki çekişme, birbirini
çekememe.
risale:
belirli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap.
saadet:
mutluluk.
sual:
soru.
şenaat:
kötülük.
tatbik etmek:
uygulamak,
yapmak.
tebaa:
tâbi olanlar, uyanlar;
halk.
tecavüz etmeyen:
sınırı aş-
mayan; belli bir sayıyı geçme-
yen.
tefrika:
ayrılık, bölünme.
teşhir etmek:
sergilemek,
göstermek.
üslûp:
ifade tarzı, söyleme
şekli.
vaki:
olan, olmuş.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
1...,1016,1017,1018,1019,1020,1021,1022,1023,1024,1025 1027,1028,1029,1030,1031,1032,1033,1034,1035,1036,...1406
Powered by FlippingBook