tebzirden nehyeden ve bilhassa bu asırdaki beşere
gayet mühim bir ders-i hikmet veren kıymettar ve
çok mübarek bir risaledir.
Birinci Nükte
: Cenab-ı Hak, beşere ihsan ettiği
bilcümle nimetlerin mukabilinde beşerden ancak bir
“şükür” istediğini; iktisat hem nimetlere karşı bir ih-
tiram, hem Cenab-ı Hakka karşı bir şükr-i manevî,
hem nimetin bereketlenmesine bir vesile olduğunu;
israf ise, Mün’im-i Hakikînin nimetlerine bir hür-
metsizlik ve bir tahkir olmakla, vahim neticeleri bu-
lunduğunu beyan eder.
İkinci Nükte
: Vücud-i beşer bir saray, mide bir
efendi, ağızdaki kuvve-i zaika bir kapıcı, et’imenin
verdiği lezzetler birer bahşiş olduğunu göstererek;
vücudun idaresi iktisat ile temin edildiğini, israf ise
muvazenesizliği ve hastalıkları tevlit ettiğini beyan
eder.
Üçüncü Nükte
: kuvve-i zaika, maddî cesede inhi-
sar etmekten ziyade, akla, ruha ve kalbe baktığın-
dan; israf etmemek, zillet ve sefalete düşmemek ve
o kuvve-i zaikayı taşıyan lisanı şükürde istimal et-
mek şartıyla leziz taamların tercih ve takip edilebile-
ceğini; ve bu hakikat, harika kuvve-i kudsiye sahibi
Şah-ı geylânî (
ks
) Hazretlerinin ihya-i emvat kera-
met-i azîmesiyle izah edilerek, ruh cesede, kalb nef-
se, akıl mideye hâkim olduktan sonra, şükrün mün-
teha derecelerine vasıl olmakla mümkün olduğunu
beyan eder.
Lem’aLar | 1023 |
f
iHriST
leziz:
çok lezzetli.
lisan:
dil.
maddî ceset:
maddeden yapılmış
vücut, beden.
mukabil:
karşı, karşılık olarak.
muvazene:
ölçü, denge.
mübarek:
bolluk getiren, uğurlu,
hayırlı.
mühim:
önemli.
mün’im-i Hakikî:
gerçek nimet
verici olan Allah.
münteha:
son, en son; bir şeyin
en uç noktası.
nefis:
kötü vasıfları, nitelikleri ken-
disinde toplayan, iyilikten alıko-
yan, kötülüğe sevk eden güç.
nehyetmek:
yasaklamak.
netice:
sonuç.
nimet:
yiyecek içecek şeyler; in-
sana faydalı olan maddî ve ma-
nevî her şey.
nükte:
ince manalı söz; ancak dik-
katle anlaşılabilen mana.
risale:
belirli bir konuda yazılmış
küçük kitap.
sefalet:
perişanlık, yoksulluk.
şükr-i manevî:
şükür manası ta-
şıyan işler yapmakla edilen şükür.
şükür:
Allah’ın verdiği nimetlere
karşı memnunluğunu ifade et-
mek, minnet duymak, elhamdü-
lillâh demek.
taam:
yemek, yiyecek, gıda.
tahkir:
hakaret etme, aşağılama.
tebzir:
boş yere malını harcamak,
dağıtmak, israf.
temin edilmek:
sağlanmak, kar-
şılanmak.
tercih:
seçme.
tevlit etmek:
doğurmak, netice
vermek.
vahim:
ağır, tehlikeli.
vasıl olmak:
ulaşmak, erişmek.
vesile:
sebep, vasıta.
vücud-i beşer:
insan vücudu.
zillet:
aşağılık, alçalma.
ziyade:
fazla, çok.
asır:
yüzyıl.
bahşiş:
bir hizmet görene hak-
kından ayrı olarak verilen şey.
bereket:
bolluk.
beşer:
insan, insanlık.
beyan etmek:
açıklamak, an-
latmak.
bilcümle:
bütün, tüm.
bilhassa:
özellikle.
Cenab-ı Hak:
doğru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan, şeref
ve azamet sahibi yüce Allah.
ceset:
vücut, beden.
ders-i hikmet:
hikmet dersi.
et’ime:
yemekler.
hakikat:
gerçek.
hâkim olmak:
emir ve kont-
rolü altına almak.
harika:
olağanüstü, hayranlık
uyandıran.
hürmet:
saygı.
idare:
yönetme, çekip çevril-
mesi.
ihsan:
iyilik, bağış, ikram.
ihtiram:
hürmet etme, saygı
gösterme.
ihya-i emvat:
ölülerin diriltil-
mesi.
iktisat:
tutumlu olma, tasar-
ruf; bir şeyi yaratılış amacına
uygun kullanma.
inhisar etmek:
yalnız bir şeye
ait kılmak.
israf:
boş yere harcama.
istimal etmek:
kullanmak.
izah etmek:
açıklamak.
keramet-i azîme:
büyük ke-
ramet, Allah dostunun göster-
diği büyük olağanüstü hâl.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kuvve-i kudsiye:
kutsal kuv-
vet, Allah’ın yardımıyla gelen
kuvvet.
kuvve-i zaika:
tat alma du-
yusu.