İkincisi
: “risale-i nur’un müellifi, kendisini şid-
detli tazyikat altında tutan ehl-i dünyanın aleyhinde
bulunması lâzım gelirken, onlara maddeten iliş-
memesinin sebebi nedir?” sualine gayet lâtif bir ce-
vaptır.
Üçüncüsü
: “İngiliz ve İtalyan gibi hükûmetlerin
bu hükûmetle muharebe etmek istemelerine karşı,
neden şiddetli bir surette harb aleyhinde bulunuyor-
sunuz? Hâlbuki, bu gibi hâdiseler milletin kuvve-i
maneviyesinin menbaı olan hamiyet-i İslâmiyeyi
tehyiç etmekle, şeair-i İslâmiyenin ihyasına ve
bid’aların ref’ine bir derece medar olur” diye vaki
sualine verilen pek letafetli bir cevaptır.
Dördüncüsü
: “neden elinizdeki nurlu risaleleri
herkese göstermemek için arkadaşlarınıza ihtiyatı
tavsiye ediyorsunuz? Ve neden halkları bu nurların
feyizlerinden mahrum ediyorsunuz?” sualine verilen
pek hoş, pek güzel bir cevaptır.
Hatime’
sinde lihye-i saadet hakkında sorulan
bir suale karşı şüpheleri izale eden gayet mukni bir
cevaptır.
daha sonra, eskiden beri mülhitlerin iliştikleri üç
meseleye dair sorulan suallere verilen üç cevaptır.
Birinci Sual
:
Én
gn
ón
Ln
h p
¢ùr
ªs
°ûdG n
Üp
ôr
¨n
e n
?n
?n
H Gn
Pp
G »
s
à`n
M
1
m
án
Äp
ªn
M m
ør
«n
Y /
‘ o
Üo
ôr
¨n
J
ayet-i kerîmesinin meali olan
“zülkarneyn, güneşi, hararetli ve çamurlu bir çeşme
suyunda gurup ettiğini görmüş?”
f
iHriST
| 1014 | Lem’aLar
aleyhinde:
karşısında.
ayet-i kerîme:
kıymetli ve şerefli
ayet.
bid’a:
dinin aslında olmayıp son-
radan çıkarılan şey.
ehl-i dünya:
sadece dünya hayatı
için yaşayıp ahireti düşünmeyen-
ler.
feyiz:
bolluk, bereket.
gayet:
son derece, çok.
gurup etmek:
batmak.
hâdise:
olay.
halklar:
insanlar.
hamiyet-i İslâmiye:
İslâm’ı ko-
ruma, İslâm için çalışma, Müslü-
manlara sahip çıkma gayreti.
hararet:
sıcaklık.
harb:
savaş.
ihtiyat:
tedbirli hareket etme, sa-
kınma.
ihya:
diriltilme, hayat verilme.
izale etmek:
ortadan kaldırmak,
yok etmek.
kuvve-i maneviye:
manevî kuv-
vet, maneviyattan gelen dayanma
gücü.
lâtif:
güzel, hoş.
letafetli:
güzel, hoş.
Lihye-i Saadet:
Peygamberi-
miz Hz. Muhammed’in (asm)
sakalı ya da sakalından alınan
mübarek kılı.
maddeten:
maddî olarak, söz
ile değil fiille.
mahrum etmek:
yoksun bı-
rakmak.
meal:
mana, anlam.
medar:
sebep, vasıta, vesile.
menba:
kaynak.
mesele:
önemli konu.
muharebe etmek:
savaşmak.
mukni:
ikna eden, inandıran.
müellif:
telif eden, yazar.
mülhit:
dinsiz.
nur:
ilim.
ref:
kaldırılma, hükümsüz bı-
rakılma.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil.
şeair-i İslâmiye:
İslâm’a sem-
bol olmuş iş ve ibadetler.
şiddet:
fazlalık, çokluk.
tazyikat:
baskılar, sıkıntı ver-
meler.
tehyiç etmek:
heyecanlandır-
mak, coşturmak, ayağa kaldır-
mak.
vaki:
olan, olmuş.
1.
Nihayet gün batısına vardı ve güneşin hararetli ve çamurlu bir çeşme suyunda gurup etti-
ğini gördü. (Kehf Suresi: 86.)