YeDİNCİ NüKte
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
181
sünnet-i seniyenin her bir meselesi altında bir
edep bulunduğunu beyan eder. “Allâmü’l-guyûb’a
karşı edep ve hicap nasıl olabilir ve ne demektir?”
sualine karşı güzel bir cevaptır.
SeKİZİNCİ NüKte
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
183
sünnet-i seniyenin bir kısmı şefkat-i Ahmediye-
nin (
AsM
) tereşşuhatı olduğu gibi, zat-ı Ahmediye
Aleyhissalâtü Vesselâmın nasıl bir maden-i şefkat
olduğunu gösteriyor.
DOKUZUNCU NüKte
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
185
sünnet-i seniyenin her bir nev’ine tamamen bilfi-
il ittiba etmek ehass-ı havassa mahsus olduğu hâlde,
herkes niyeti ile ve kast ile ve taraftarâne ve iltizam-
kârâne ve takdirkârâne talip olmakla, o ittiba-ı tam-
meden tam hissedar olabilir. ehl-i tarikatin ezkâr ve
evrat ve meşrepleri, esasat-ı sünnete muhalefet et-
memek şartıyla bid’ata dahil olmadığını, olsa olsa
bid’a-i hasene olduğunu beyan eder.
ONUNCU NüKte
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
186
(1)
*G o
ºo
µr
Ñp
Ñr
ëo
j /
ʃo
©p
Ñs
JÉn
a $G n
¿ƒt
Ñp
ëo
J r
ºo
àr
æ`o
c r
¿p
G r
?o
b
Muhabbet-i İlâhiyeye ve o muhabbetin neticesin-
de sünnet-i seniyenin ittibaına dair, üç nokta ile, ga-
yet merakaver ve mühim ve güzel beyanat var. Hat-
ta kitabın nakşında şu onuncu nüktenin bir şua-ı
kerametini, tevafukla nazara gösteriyor.
f
iHriST
| 1004 | Lem’aLar
âdât:
âdetler, her zaman yapılan
şeyler, usuller.
ahval:
hâller.
aksam:
kısımlar, bölümler.
akval:
konuşmalar.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
allâmü’l-Guyûb:
görünmeyen, bi-
linmeyen en gizli şeyleri en iyi şe-
kilde bilen Allah.
beyan etmek:
açıklamak, anlat-
mak.
beyanat:
beyanlar, açıklamalar.
bid’a-i hasene:
güzel bid’a, Hz.
Peygamberimizden sonra ortaya
çıkan fakat Kur’ân ve sünnete ay-
kırı olmayan şeyler.
bid’at:
dinin aslından olmayıp son-
radan uydurulan âdetler.
bilfiil:
fiilen, başkası karışmadan,
kendi çalışması ile.
dahil:
içinde.
dair:
ilgili, alâkalı, ait.
edep:
iyi ahlâk, güzel terbiye; ne-
zaket, zerafet.
ef’al:
fiiller, hareketler.
ehass-ı havas:
en seçkin, seçkin-
lerin en seçkini.
ehl-i tarikat:
kalbi dünyanın fânî
işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile
bağlayan, Allah’ın zikri ve ibadetle
meşgul olanlar.
esasat-ı sünnet:
sünnetin esasları,
temelleri.
evrat:
Kur’ân’ı Kerîm’den veya
başka şeylerden sık sık ve devamlı
okunan dualar, virtler.
ezkâr:
zikirler, Allah’ı anmalar.
farz:
dinen yapılması zorunlu olan
işler, emirler.
gayet:
son derece, çok.
hicap:
perde, örtü: utanma,
utanma duygusu.
hissedar:
hisse sahibi, pay sahibi.
iltizamkârâne:
gerekli bularak, ta-
raftar olarak.
ittiba:
uyma, tâbi olma.
ittiba-ı tamme:
tam bir tâbi olma
hâli.
kasıt:
bir şeyi isteyerek, bilerek
yapma.
maden-i şefkat:
karşılık bekleme-
den gösterilen sevgi, acıma ve
merhamet etme.
mahsus:
başkasında bulunmayan
bir kişiye has olan.
menba:
kaynak.
merakaver:
merak verici, düşün-
dürücü.
meşrep:
âdet, usul, yol; feyiz alı-
nan manevî bir yoldaki hare-
ket tarzı.
muhabbet:
sevgi.
muhabbet-i İlâhîye:
Allah
sevgisi.
muhalefet:
karşı gelme.
mühim:
önemli.
nakış:
işleme; yazı.
nazar:
bakış, göz.
netice:
sonuç.
nevafil:
nafileler, farz ve vacip
olan ibadetlerin dışında kalan
ibadetler.
nevi:
tür, çeşit.
niyet:
kalbin bir şeye karar
vermesi.
nükte:
ince manalı söz; ancak
dikkatle anlaşılabilen mana.
sual:
soru.
sünnet-i seniye:
Peygamber
Efendimizin yüce sünneti, hâl-
leri, sözleri ve davranışları.
şefkat-i ahmediye:
Peygam-
ber Efendimizin ümmetine
olan karşılıksız sevgisi, acıması.
şua-ı keramet:
olağanüstülük
parıltısı, ışığı.
takdirkârâne:
kıymet vererek,
beğenerek.
talip:
isteyen.
taraftarâne:
taraf olarak, taraf
tutarak.
tereşşuhat:
sızıntılar.
tevafuk:
uygunluk, rastlama.
Zat-ı ahmediye:
Peygambe-
rimizin zatı, kendisi.
1.
De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin. (Âl-i İmran Suresi: 31.)