nefsim gibi telâkki ettiğim Abdülmecid ile Hulûsî’ye
vekâleten yazdım. ötekilerin bir kısmı kendileri yaz-
dılar; bir kısmı, hakkında yazılanı gördüler, kabul et-
tiler. numune nev’inden olarak onlarla iktifa ettik.
Yoksa hâdisat çoktur. Bununla kat’iyen kanaatimiz
gelmiştir ki, bu hizmetimizde başıboş değiliz. Mü-
him bir nazar altındayız ve dikkatli bir inayet naza-
rındayız ve kuvvetli hıfz ve himayet tahtındayız. o
risalenin ahirinde,
(1)
o
?ho
ón
j o
ôr
Øo
µr
dGn
h o
?ho
ón
j n
’ o
º r
?t
¶dn
G
sırrı-
na dair mühim bir hakikat beyan edilerek, hizmeti-
mize zulüm nev’inden ilişen mülhitler, bu dünyada
tokadını yiyecekler ve kısmen yediklerini; ve zındıka
ve dalâlet hesabına ilişenler çabuk tokat yemeyip
tehir edildiğinin sebep ve hikmetini beyan ediyor.
OnBirinciLem’a. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
173
Mirkatü’s-Sünne
ve
Tiryaku Marazı’l-Bid’a
na-
mıyla gayet mühim bir risaledir.
W
¢l
üj/
ôn
M r
ºt
àp
æn
Y Én
e p
¬r
«n
?n
Y l
õj/
õn
Y r
ºo
µp
°ùo
Ør
fn
G r
øp
e l
?ƒo
°Sn
Q r
ºo
cn
ABÉn
L r
ón
?n
d
*G n
»p
Ñr
°ùn
M r
?o
?n
a Gr
ƒs
dn
ƒn
J r
¿p
Én
a
(2)
@ l
º«/
Mn
Q l
±oD
hn
Q n
Ú/
æp
erD
ƒo
Ÿr
Ép
H r
ºo
µr
«n
?n
Y
(3)
@ p
º«/
¶n
©r
dG ¢p
Tr
ôn
©r
dG t
Ün
Q n
ƒo
gn
h o
âr
?`s
cn
ƒn
J p
¬r
«n
?n
Y n
ƒo
g s
’p
G n
¬'
dp
G n
B’
(4)
*G o
ºo
µr
Ñp
Ñr
ëo
j /
ʃo
©p
Ñs
JÉn
a %G n
¿ƒt
Ñp
ëo
J r
ºo
àr
æ`o
c r
¿p
G r
?o
b
f
iHriST
| 1002 | Lem’aLar
ahir:
son.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
beyan etmek:
açıklamak, anlat-
mak.
dair:
ilgili, alâkalı, ait.
dalâlet:
hak ve hakikatten, doğru
yoldan sapma.
gayet:
son derece, çok.
hadisat:
hâdiseler, meydana gelen
olaylar.
hakikat:
gerçek.
hıfz:
koruma.
hikmet:
herkesin bilmediği gizli
sebep, gizli nokta.
himayet:
koruma, esirgeme.
iktifa etmek:
yeterli bulmak, ye-
tinmek.
inayet:
yardım.
kanaat:
inanç.
kat’iyen:
kesin olarak, kesinlikle.
küfür:
dinsizlik, inançsızlık; Allah’ın
varlığına, birliğine inanmama.
lem’a:
parıltı.
mühim:
önemli.
mülhit:
dinsiz.
nam:
ad, isim.
nazar:
bakma, bakış.
nefis:
bir şeyin kendisi.
nevi:
tür, çeşit.
numune:
örnek, misal.
nükte:
ince manalı söz; ancak dik-
katle anlaşılabilen mana.
risale:
belirli bir konuda yazılmış
küçük kitap.
sır:
gizli hakikat; bir şeyin dikkat,
tecrübe, yetenek ve sezgi yar-
dımıyla kavranabilen en zor
ve ince yönü.
taht:
alt
tefsir etmek:
Kur’ân’ın ayet-
lerini mana bakımından açık-
lamak, yorumlamak.
tehir edilmek:
ertelenmek,
sonraya bırakılmak.
telâkki etmek:
kabul etmek.
vekâleten:
vekil olarak, baş-
kasının yerine.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
zulüm:
haksızlık, eziyet, kötü-
lük.
1.
Zulüm devam etmez, fakat küfür devam eder. (Münavi, Feyzü’l-Kadîr, 2:107.)
2.
Ey insanlar, size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona
pek ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir. (Tevbe Sure-
si: 128.)
3.
Ey Peygamber, eğer insanlar senden yüz çevirirse, sen de ki: “Allah bana yeter. Ondan baş-
ka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur. (Tev-
be Suresi: 129.)
4.
De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin. (Âl-i İmran Suresi: 31.)