W
(1)
n
Ú/
ªp
MGs
ôdG o
ºn
Mr
Qn
G n
âr
fn
Gn
h t
ôt
°†dG n
»p
æs
°ùn
e »
u
fn
G o
¬s
Hn
Q …'
OÉn
f r
Pp
G
ayetinin mühim bir sırrını ve azîm bir hakikatini
“Beş nükte” ile tefsir edip, bütün musibetzedelere
manevî bir tiryak ve gayet nafi bir ilâç hükmünde
bir risaledir. Bu risale, maddî musibetleri, ehl-i iman
için musibetlikten çıkarıyor. Asıl ehemmiyetli musi-
bet, kalbe ve ruha gelen dalâlet musibetleri olduğu-
nu beyan ettiği gibi, musibetzedelerin ömür dakika-
ları ehl-i sabır ve şükür hakkında ibadet saatleri hük-
müne geçip, şekva kapısını kapar, daima şükür ka-
pısını açar bir risaledir.
ÜçüncüLem’a. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
32
W
(2)
n
¿ƒo
©n
Lr
ôo
J p
¬r
«n
dp
Gn
h o
ºr
µo
?r
G o
¬n
d o
¬n
¡r
Ln
h s
’p
G l
?p
dÉn
g m
Ar
»n
°T t
?o
c
ayetinin mühim iki hakikatini,
(3)
»/
bÉn
Ñr
dG n
âr
fn
G ?/
bÉn
H Én
j @ ?/
bÉn
Ñr
dG n
âr
fn
G ?/
bÉn
H Én
j
olan meşhur
iki cümlenin ifade ettikleri iki hakikat-i mühimme ile
tefsir ediyor. Beka için halk edilen ve bekaya âşık
olan ruh-i insanî, Bâkî-i zülcelâl’e karşı münasebet-i
hakikiyesini bilse, fânî ömrünü bâkî bir ömre tebdil
eder. saniyeleri seneler hükmüne geçtiğini ve Bâkî-i
zülcelâl’i tanımayan ruh-i insanın seneleri saniyeler
f
iHriST
| 992 | Lem’aLar
âşık:
çok aşırı seven.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
azîm:
büyük, yüce.
bâkî:
sonsuz, devamlı, hiç bitme-
yen.
Bâkî-i Zülcelâl:
varlığı devamlı
olan hiç yok olmayan sonsuz hey-
bet ve celâl sahibi olan Allah.
beka:
sonsuzluk.
beyan etmek:
açıklamak; izah et-
mek.
dalâlet:
hak ve hakikatten, doğru
yoldan sapma; iman ve İslâmiyet-
ten ayrılma.
ehemmiyet:
önem.
ehl-i iman:
iman edenler, Allah’a
inananlar, İslâm dinini kabul eden-
ler.
ehl-i sabır:
sabır ehli.
fânî:
geçici, son bulan.
gayet:
son derece, çok.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i mühimme:
önemli ger-
çek.
halk edilmek:
yaratılmak.
helâk olmak:
yok olmak, yıkıl-
mak, mahvolmak.
hükmüne:
yerine.
hüküm:
karar, emir.
hükümran:
hükmeden, sözü ge-
çen,
ibadet:
kulluk.
ifade etmek:
anlatmak.
ilâh:
tanrı, kendisine ibadet edilen,
tapınılan.
lem’a:
parıltı.
maddî:
madde ile alâkalı.
manevî:
maddî olmayan; kalbî,
ruhî.
merhamet:
acıma, şefkat gös-
terme, koruma, iyilik etme.
musibet:
belâ, felâket, sıkıntı.
musibetzede:
belâya uğrayan,
hastalık veya başka dertlere uğ-
rayan.
mühim:
önemli.
münasebet-i hakikîye:
gerçek
bağ, ilişki.
müstesna:
hariç, ayrı tutulan.
nafi:
faydalı.
niyaz etmek:
Allah’a yalvarmak,
dua etmek.
nükte:
ince manalı söz; ancak dik-
katle anlaşılabilen mana.
ömür:
hayat süresi.
rab:
besleyen, büyüten, yetiştiren
bütün varlıkları uyum içinde sevk
ve idare eden Allah.
risale:
belirli bir konuda yazılmış
küçük kitap.
ruh-i insan:
insan ruhu.
ruh-i insanî:
insanın ruhu.
sır:
gizli hakikat; bir şeyin dik-
kat, tecrübe, yetenek ve sezgi
yardımıyla kavranabilen en
zor ve ince yönü.
şekva:
şikâyet.
şükür:
Allah’ın verdiği nimet-
lere karşı memnunluğunu
ifade etme.
tebdil etmek:
değiştirmek.
tefsir etmek:
Kur’ân’ın ayet-
lerini mana bakımından açık-
lamak, yorumlamak.
tenzih etmek:
Allah’ı şanına
lâyık olmayan şeylerden, her
türlü kusur ve noksandan
uzak ve yüce tutmak.
tiryak:
çok tesirli bir ilâç; pan-
zehir.
1.
Rabbine şöyle niyaz etmişti: “Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en
merhametlisisin. (Enbiya Suresi: 83.)
2.
Her şey helâk olup gidicidir–Ona bakan yüzü müstesna. Hüküm ve hükümranlık Onundur;
siz de Ona döndürüleceksiniz. (Kasas Suresi: 88.)
3.
Ey Bâkî olan Allah! Ancak Sensin bâkî. Ey Bâkî olan Allah! Ancak Sensin bâkî.