tedbirinle ve rahmet ve hikmetinle, rububiyetinin emirle-
rine teshir ve fıtrî vazifelerle tavzif edilmişler. Ve bir kıs-
mı, insanın kuvveti ve galebesi için değil, belki fıtraten in-
sanın zaafı ve aczi için rahmet tarafından ona musahhar
olmuşlar. Ve lisan-ı hâl ve lisan-ı kàl ile sâni’lerini ve
Ma’budlarını kusurdan, şerikten takdis ve nimetlerine şü-
kür ve hamd ederek, herbiri ibadet-i mahsusasını yapı-
yorlar.
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibri-
yasından perdelenmiş olan Zat-ı Akdes!
Bütün zîruhların tesbihatıyla seni takdis edip, niyet
edip,
(1)
x
»n
M m
Ar
?n
T s
?o
c p
ABÉn
Ÿr
G n
øp
e n
?n
©n
L r
øn
e Én
j n
?n
fÉn
ër
Ño
°S
diyorum.
Yâ Rabbe’l-Âlemîn, yâ İlâhe’l-Evvelîne ve’l-Ahirîn, yâ
Rabbe’s-Semavati ve’l-Aradîn!
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve
kur’ân-ı Hakîm’in dersiyle anladım ve iman ettim ki, na-
sıl sema, feza, arz, berr ve bahr, şecer, nebat, hayvan,
efradıyla, eczasıyla, zerratıyla seni biliyorlar, tanıyorlar
ve varlığına ve birliğine şahadet ve delâlet ve işaret edi-
yorlar. öyle de, kâinatın hulâsası olan zîhayat ve zîhaya-
tın hulâsası olan insan ve insanın hulâsası olan enbiya,
evliya, asfiyanın hulâsası olan kalblerinin ve akıllarının
müşahedat ve keşfiyat ve ilhamat ve istihracatıyla, yüzer
icma ve yüzer tevatür kuvvetinde bir kat’iyetle, senin vü-
cub-i vücuduna ve senin vahdaniyet ve ehadiyetine şaha-
det edip ihbar ediyorlar, mu’cizat ve keramat ve yakînî
bürhanlarıyla haberlerini ispat ediyorlar.
Lem’aLar | 985 |
m
ÜnacaT
lah.
ilhamat:
ilhamlar, Allah’tan kalbe
ve zihne indirilen manalar.
istihracat:
bir şeyden bir şey, bir
sonuç, bir mana çıkarma.
keramat:
kerametler.
keşfiyat:
keşifler, Allah’ın ilha-
mıyla gizli bir şeyi bulma, bir sırrı
öğrenme.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin du-
ruşu ve görünüşü ile bir mana
ifade etmesi.
lisan-ı kàl:
söz ile anlatım, ko-
nuşma dili.
ma’bud:
kendisine ibadet edilen,
tapınılan, kulluk edilen Allah.
mu’cizat:
mu’cizeler, peygamber-
ler tarafından ortaya konmuş ola-
ğanüstü hâl ve hareketler.
musahhar olmak:
boyun eğmek,
emrine girmek.
müşahedat:
gözlemler, görülen
şeyler.
nebat:
bitki.
nimet:
Allah’ın verdiği, faydalı olan
maddî ve manevî şeyler.
rabbe’l-Âlemîn:
âlemlerin Rabbi;
bütün âlemleri uyum içinde sevk
ve idare eden Allah.
rabbe’s-Semavati ve’l-aradi
n:
yerlerin ve göklerin Rabbi olan Al-
lah.
rahmet:
şefkat ve merhamet
etme, acıma, esirgeme.
resul-i ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(asm).
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde ve her varlığa
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onları yetiştirmesi, uyum içinde
sevk ve idare etmesi.
Sâni:
her şeyi sanatla yaratan Al-
lah.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şecer:
ağaç.
şerik:
ortak.
şiddet-i zuhur:
çok kuvvetli ve
şiddetli şekilde görünme.
takdis:
Allah’ı her türlü kusur ve
noksandan uzak tutma, temiz ve
yüce kabul etme.
tavzif edilmek:
görevlendirilmek.
tedbir:
neticelerini düşünerek
idare etme, çekip çevirme.
tesbihat:
Cenab-ı Hakkın bütün
noksan sıfatlardan uzak ve bütün
mükemmel sıfatlara sahip oldu-
ğunu ifade eden sözler.
teshir:
boyun eğdirme, itaat et-
tirme.
tevatür:
bir haberin yalan söyle-
meleri mümkün olmayan bir top-
luluk tarafından aktarılması.
vahdaniyet:
Allah’ın bir oluşu.
vücub-i vücut:
varlığı zorunlu, ge-
rekli ve şart olmak, olmaması im-
kânsız olmak.
yakînî:
şüphe edilmeyecek dere-
cede kesin bir şekilde.
Zat-ı akdes:
her türlü kusur ve
noksandan uzak olan Zat, Allah.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
zîruh:
ruh sahibi.
acz:
güçsüzlük, kuvvetsizlik.
aeyhissalâtü vesselâm:
salât
ve selâm onun üzerine olsun.
arz:
yer, dünya.
asfiya:
Peygamberimizin yo-
lundan giden, kemalât ve
takva sahibi âlim Zatlar.
azamet-i kibriya:
Allah’ın
kendine has heybet ve haş-
metinin büyüklüğü.
bahir:
deniz.
ber:
kara, yer, toprak.
bürhan:
delil, ispat vasıtası.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ecza:
cüzler, parçalar.
efrat:
fertler, bireyler.
ehadiyet:
Allah’ın her bir
şeyde birliğini göstermesi.
enbiya:
peygamberler.
fıtraten:
yaratılış olarak, yara-
tılış bakımından.
fıtrî:
yaratılıştan gelen, doğal.
galebe:
üstün gelme.
hamd etme:
övme, şükür.
hikmet:
yüksek bilgi; gayeli,
faydalı, anlamlı ve yerli ye-
rinde iş görme.
ibadet-i mahsusa:
her bir var-
lığın kendisine has ibadeti,
kulluğu.
icma:
fikir birliği.
İlâhe’l-evvelîne ve’l-Âhirîn:
öncekilerin ve sonrakilerin,
önce gelip gidenlerin ve sonra
gelecek olanların ilâhı olan Al-
1.
Seni her türlü kusur ve noksandan tenzih ederim ey su ile her şeyi canlandıran Zat-ı Akdes.
(Enbiya Suresi 30. ayetten iktibasla yapılan dua.)