Hem bu muvakkat handa ve fânî misafirhanede ve kı-
sa bir zamanda ve az bir ömürde, eşcar ve nebatatın el-
leriyle, bu kadar kıymettar ihsanlar ve nimetler ve bu ka-
dar fevkalâde masraflar ve ikramlar işaret, belki şahadet
eder ki, misafirlerine burada böyle merhametler yapan
kudretli, keremkâr zat-ı rahîm, bütün ettiği masrafı ve
ihsanı, kendini sevdirmek ve tanıttırmak neticesinin ak-
siyle, yani bütün mahlûkat tarafından “Bize tattırdı, fakat
yedirmeden bizi idam etti” dememek ve dedirmemek ve
saltanat-ı ulûhiyetini ıskat etmemek ve nihayetsiz rahme-
tini inkâr etmemek ve ettirmemek ve bütün müştak dost-
larını mahrumiyet cihetinde düşmanlara çevirmemek
noktalarından, elbette ve her hâlde, ebedî bir âlemde,
ebedî bir memlekette, ebedî bırakacağı abdlerine, ebedî
rahmet hazinelerinden, ebedî cennetlerinde, ebedî ve
cennete lâyık bir surette meyvedar eşcar ve çiçekli nebat-
lar ihzar etmiştir. Buradakiler ise, müşterilere göstermek
için numunelerdir.
Hem ağaçlar ve nebatlar, umumen yaprak ve çiçek ve
meyvelerinin kelimeleriyle seni takdis ve tesbih ve tah-
mid ettikleri gibi, o kelimelerden her birisi dahi ayrıca se-
ni takdis eder. Hususan meyvelerin bediî bir surette etle-
ri çok muhtelif, sanatları çok acip, çekirdekleri çok hari-
ka olarak yapılarak, o yemek tablalarını ağaçların ellerine
verip ve nebatların başlarına koyarak zîhayat misafirleri-
ne göndermek cihetinde, lisan-ı hâl olan tesbihatları,
zuhurca lisan-ı kàl derecesine çıkar. Bütün onlar senin
mülkünde, senin kuvvet ve kudretinle, senin irade ve
abd:
kul.
acip:
hayret uyandıran.
âlem:
dünya.
bedî:
hayret verici güzellikte olan,
harika.
cemal:
güzellik
cihet:
yön.
ebedî:
sonsuz, hiç bitmeyen.
eşcar:
ağaçlar.
fevkalâde:
olağanüstü.
hadsiz:
sayısız, sınırsız.
han:
yolcuların misafir olduğu yer;
dünya.
harika:
hayret ve hayranlık uyan-
dıran, olağanüstü.
hazine:
kıymetli şeylerin saklan-
dığı sağlam yer.
hususan:
özellikle.
ıskat etmek:
düşürmek, aşağı dü-
şürmek.
ihsan:
iyilik, bağış, ikram.
ihzar etmek:
hazırlamak.
ikram:
gerekli olanı verme, değer
verip ağırlama.
inkâr etmek:
inanmamak, reddet-
mek.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapma veya yapmama konu-
sunda karar verebilme, ve bu ka-
rarı yerine getirebilme gücü.
işaret:
gösterme, bildirme.
kemal-i nimet:
nimetlerin mü-
kemmelliği.
keremkâr:
ikram eden, cömert.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kudret:
güç, kuvvet.
lâyık:
uygun, yakışır.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin du-
ruşu ve görünüşü ile bir mana
ifade etmesi.
lisan-ı kàl:
söz ile anlatım, ko-
nuşma dili.
mahlûkat:
yaratılmış, yaratıklar.
mahrumiyet:
dilediğini, istediğini
elde edememe, yoksun kalma.
masraf:
harcama.
merhamet:
acıma, şefkat gös-
terme, koruma, iyilik etme.
methetmek:
övmek.
meyvedar:
meyveli.
misafirhane:
misafirlerin kaldığı
yer.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
muvakkat:
geçici; vakitli, süreli.
m
ÜnacaT
| 980 | Lem’aLar
mülk:
sahip olunan üzerinde
tasarruf hakkı bulunulan şey.
müştak:
çok isteyen, arzu
eden.
nebat:
bitki.
nebatat:
bitkiler.
netice:
sonuç.
nihayet:
son.
nihayetsiz:
sonsuz.
nimet:
faydalı olan maddî ve
manevî şeyler; ihsan, bağış.
numune:
örnek, misal.
ömür:
hayat süresi.
rahmet:
şefkat ve merhamet
etme, acıma, esirgeme.
saltanat-ı ulûhiyet:
ilâhlık sal-
tanatı, hâkimiyeti; Allah’ın or-
tak kabul etmeyen saltanatı,
hâkimiyeti.
sanat:
bir şeyi yapmada gös-
terilen ustalık; güzel yapılış.
sena:
methetme, övme, yü-
celtme.
suret:
şekil, biçim.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tahmit:
Allah’a hamd etme,
Onu övme, şükretme.
takdis:
Allah’ı her türlü kusur
ve noksandan uzak tutma, te-
miz ve yüce kabul etme.
tesbih:
Allah’ın şanını yü-
celtme, bütün kusur ve nok-
san sıfatlardan uzak tutma.
tesbihat:
Cenab-ı Hakkın bü-
tün noksan sıfatlardan uzak
ve bütün mükemmel sıfatlara
sahip olduğunu ifade eden
sözler.
umumen:
bütünüyle, genel-
likle.
Zat-ı rahîm:
şefkat ve mer-
hamet sahibi olan Allah.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
zuhur:
ortaya çıkma, mey-
dana çıkma.