Lem'alar - page 970

anî emirlere ve çabuk ve acele kumandalara itaat ettiren
amir ve hâkimlerini takdis ederek, rahmetini methüsena
ederler.
Ey arz ve semavatın Hâlık-ı Zülcelâl’i!
senin kur’ân-ı Hakîm’inin talimiyle ve resul-i ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle iman ettim ve bildim
ki: nasıl semavat yıldızlarıyla ve cevv-i feza müştemilâtıy-
la senin vücub-i vücuduna ve senin birliğine ve vahdeti-
ne şahadet ediyorlar; öyle de, arz bütün mahlûkatıyla ve
ahvaliyle senin mevcudiyetine ve vahdetine, mevcudatı
adedince şahadetler ve işaretler ederler.
evet, zeminde hiçbir tahavvül ve ağaç ve hayvanla-
rında her senede urbasını değiştirmek gibi hiçbir tebed-
dül –cüz’î olsun, küllî olsun– yoktur ki, intizamıyla senin
vücuduna ve vahdetine işaret etmesin.
Hem, hiçbir hayvan yoktur ki, zaafiyet ve ihtiyacının
derecesine göre verilen rahîmâne rızkıyla ve yaşamasına
lüzumu bulunan cihazatın hakîmâne verilmesiyle, senin
varlığına ve birliğine şahadeti olmasın.
Hem, her baharda gözümüz önünde icat edilen neba-
tat ve hayvanattan hiçbir tanesi yoktur ki, sanat-ı acibe-
siyle ve lâtif ziynetiyle ve tam temeyyüzüyle ve intizamıy-
la ve mevzuniyetiyle seni bildirmesin. Ve zemin yüzünü
dolduran ve nebatat ve hayvanat denilen kudretinin hari-
kaları ve mu’cizeleri, mahdut ve maddeleri bir ve müte-
şabih olan yumurta ve yumurtacıklardan ve katrelerden
ahval:
hâller, durumlar.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun; Pey-
gamber Efendimizin adı duyuldu-
ğunda veya okununca, kendisine
rahmet ve esenlik olarak ona özgü
söylenen bir duadır.
âmir:
emreden, emir veren.
anî:
birden bire.
arz:
yer, yeryüzü.
cevv-i feza:
gökyüzündeki boş-
luk.
cihazat:
cihazlar, organlar.
cüz’î:
az, küçük, parçaya ait olan.
derece:
miktar.
hâkim:
hükmeden, kontrol ve
emir altında bulunduran, itaat et-
tiren
hakîmâne:
hikmetli bir şekilde;
belirli gayelere yönelik, faydalı, an-
lamlı ve yerli yerinde olarak.
Hâlık-ı Zülcelâl:
sonsuz büyüklük,
haşmet ve heybet sahibi olan bü-
tün varlıkları yaratan Allah.
harikalar:
olağanüstü olan, hay-
ranlık uyandıran eserler.
hayvanat:
hayvanlar.
icat edilen:
vücuda getirilen, yok-
tan yaratılan.
iman etmek:
inanmak, kabul et-
mek.
intizam:
düzen, tertip.
işaret etmek:
göstermek, bildir-
mek.
itaat ettirmek:
boyun eğdirmek,
emre uydurmak.
katre:
damla.
kudret:
güç, kuvvet.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
küllî:
çok, büyük, bütüne ait olan.
lâtif:
güzel, hoş.
lüzumu bulunan:
gerekli olan.
mahdut:
sınırlandırılmış, sınırlı.
mahlûkat:
yaratıklar, yaratılmış-
lar.
methüsena etmek:
methetmek,
övmek, yüceltmek.
mevcudat:
yaratılmış şeylerin ta-
mamı, varlıklar.
m
ÜnacaT
| 970 | Lem’aLar
mevcudiyet:
varlık, var olma.
mevzuniyet:
ölçülü, düzgün,
düzenli olma.
mu’cize:
Allah’ın sonsuz kud-
retiyle meydana gelen ve
benzerini yapmaktan insanla-
rın âciz kaldığı şey.
müştemilât:
içindekiler, içinde
bulunanlar.
müteşabih:
birbirine benze-
yen.
nebatat:
bitkiler.
rahîmâne:
şefkat ve merha-
metle, acıyarak, esirgeyerek.
rahmet:
şefkat ve merhamet
etme, acıyıp esirgeme.
resul-i ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (asm).
rızık:
Allah’ın ihsan ettiği, ver-
diği nimetler, yiyecekler.
sanat-ı acibe:
hayranlık uyan-
dıran ve hayret veren sanatlı
yapılış.
semavat:
gökler.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tahavvül:
hâl değiştirme,
başka hâle geçme.
takdis etmek:
Allah’ı her türlü
kusur ve noksandan uzak tut-
mak, temiz ve yüce kabul et-
mek.
talim:
öğretme, eğitme.
tebeddül:
değişme, değişim.
temeyyüz:
benzerlerinden
farklı, üstün olma, seçilme.
urba:
elbise.
vahdet:
birlik.
vücub-i vücut:
varlığı zorunlu,
gerekli ve şart olmak, olma-
ması imkânsız olmak.
vücut:
varlık, var olma.
zaafiyet:
zayıflık.
zemin:
yer, yeryüzü.
ziynet:
süs.
1...,960,961,962,963,964,965,966,967,968,969 971,972,973,974,975,976,977,978,979,980,...1406
Powered by FlippingBook