öyle ise, her hâlde o cemal-i ezelî, kendisinin âyine-i
müştakı olan insan ile ebedülâbâd yolunda seyahatinde
beraber bulunmak için, alâküllihâl, bir dâr-ı bekada bir
hayat-ı bâkiyeye insanı mazhar edecek.
evet, madem insan fıtraten bir cemal-i bâkîye müştak
ve muhip bir surette halk edilmiştir. Ve madem bâkî bir
cemal, zail bir müştaka razı olamaz. Ve madem insan bil-
mediği veya yetişemediği veya tutamadığı bir maksuttan
gelen hüzün ve elemden teselli bulmak için, o maksudun
kusurunu bulmakla, belki gizli adavet etmekle kendini tes-
kin eder. Ve madem bu kâinat insan için halk edilmiş ve
insan ise marifet ve muhabbet-i İlâhiye için yaratılmış. Ve
madem bu kâinatın Hâlık’ı, esmasıyla sermedîdir. Ve ma-
dem esmalarının cilveleri daim ve bâkî ve ebedî olacak-
tır. elbette ve her hâlde insan bir dâr-ı bekaya gidecek ve
bir hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaktır. Ve insanın kıyme-
tini ve vazifelerini ve kemalâtını bildiren, rehber-i azam
ve insan-ı ekmel olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü
Vesselâm, insana dair beyan ettiğimiz bütün kemalâtı ve
vazifeleri en ekmel bir surette kendinde ve dininde gös-
termesiyle gösteriyor ki: nasıl kâinat insan için yaratılmış
ve kâinattan maksut ve müntehap insandır. öyle de, in-
sandan dahi en büyük maksut ve en kıymettar müntehap
ve en parlak âyine-i ehad ve samed, elbette Ahmed-i Mu-
hammed’dir.
@ *G BÉ n
j @ /
¬p
às
eo
G p
äÉn
æ°n
ùn
M p
On
ón
©p
H o
?n
Ós
°ùdGn
h o
In
Ós
°üdG p
¬p
d'
G = '
¤n
Yn
h p
¬r
«n
?n
Y
o
ºn
µ
n
M Én
j @ o
?ƒt
«n
b Én
j @ t
?n
M Én
j @ o
Or
ôn
a Én
j @ o
º«/
Mn
Q Én
j @ o
ø'
ªr
Mn
Q Én
j
adavet:
düşmanlık.
alâküllihâl:
ister istemez.
âyine-i ehad ve Samed:
tek ve
hiç bir şeye muhtaç olmayan, her
şeyin kendisine muhtaç olduğu
Allah’ın aynası.
âyine-i müştak:
Allah’ı görmeye
çok arzulu ayna.
bâkî:
ebedî, daimî, kalıcı, sonsuz.
beyan:
anlatma, izah, açıklama.
cemal:
güzellik.
cemal-i bâkî:
sonsuz güzellik.
cemal-i ezelî:
başlangıcı ve sonu
olmayan güzellik.
cilve:
görüntü, tecelli.
dâr-ı beka:
bâkî ve sonsuz dünya;
ahiret.
ebedî:
sonu olmayan, hiç son bul-
mayacak şekilde süren.
ebedülâbâd:
tükenmez, ebedî ha-
yat.
ekmel:
daha (en, pek) kâmil, mü-
kemmel ve kusursuz olan.
o
Tuzuncu
l
em
’
a
| 962 | Lem’aLar
elem:
üzüntü, maddî manevî
ıztırap.
esma:
isimler.
fıtraten:
fıtrî olarak, yaratılış-
tan.
hâlık:
her şeyi yoktan var
eden, yaratıcı Allah.
halk:
yaratma.
hayat-ı bâkî:
ebedî ve daimî
hayat.
insan-ı ekmel:
en mükemmel
insan.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
kemalât:
faziletler, olgunluk-
lar, mükemmellikler.
kıymet:
değer.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
kusur:
noksan, özür.
maksut:
kastedilen, istenen
şey.
marifet:
bilgi, öğrenme, ta-
nıma.
mazhar:
nail olma, şeref-
lenme.
muhabbet-i İlâhîye:
Allah
sevgisi.
muhammed-i arabî:
Arabla-
rın içinden çıkan Peygamberi-
miz Muhammed (asm)
muhip:
seven.
müntehap:
seçilmiş.
müştak:
iştiyaklı, arzulu.
razı:
hoşnutluk, memnuniyet.
rehber-i azam:
en büyük reh-
ber.
sermedî:
ebedî, daimî, sürekli,
kesintisiz.
seyahat:
yolculuk.
suret:
biçim, tarz.
teselli:
avunma.
teskin:
sakinleştirme.
vazife:
görev.
zail:
sona eren, yok olan, kay-
bolup giden.