Lem'alar - page 969

Hem koca fezayı mahşer-i acayip yapan ve bazı gün-
lerde birkaç defa doldurup boşaltan rububiyetinin haşme-
tine ve o geniş cevvi, yazar değiştirir bir levha gibi ve sı-
kar ve onunla zemin bahçesini sulandırır bir sünger gibi
tasarruf eden kudretinin azametine ve her bir şeye şümu-
lüne şahadet ettikleri gibi, umum zemine ve bütün mah-
lûkata cev perdesi altında bakan ve idare eden rahmeti-
nin ve hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine ve her şeye ye-
tişmelerine delâlet eder.
Hem fezadaki hava, o kadar hakîmâne vazifelerde is-
tihdam ve bulut ve yağmur, o kadar alîmâne faydalarda
istimal olunur ki, her şeye ihata eden bir ilim ve her şeye
şamil bir hikmet olmazsa, o istimal, o istihdam olamaz.
Ey Fa’alün Lima Yürîd!
Cevv-i fezadaki faaliyetinle her vakit bir numune-i ha-
şir ve kıyamet göstermek, bir saatte yazı kışa ve kışı yaza
döndürmek, bir âlem getirmek, bir âlem gayba gönder-
mek misillü şuunatta bulunan kudretin, dünyayı ahirete
çevirecek ve ahirette şuunat-ı sermediyeyi gösterecek işa-
retini veriyor.
Ey Kadîr-i Zülcelâl!
Cevv-i fezadaki hava, bulut ve yağmur, berk ve ra’d,
senin mülkünde, senin emrin ve havlinle, senin kuvvet
ve kudretinle musahhar ve vazifedardırlar. Mahiyetçe bir-
birinden uzak olan bu feza mahlûkatı, gayet sür’atli ve
Lem’aLar | 969 |
m
ÜnacaT
levha:
resim, tablo.
mahiyet:
bir şeyin aslı, iç yüzü,
esası; nitelik, özellik.
mahlûkat:
yaratıklar, yaratılmış-
lar.
mahşer-i acayip:
hayret verici
şeylerin toplandığı yer.
misillü:
gibi, benzeri.
musahhar:
boyun eğen, emre
itaat eden.
mülk:
sahip olunan üzerinde ta-
sarruf hakkı bulunulan şey.
numune-i haşir ve kıyamet:
kâi-
natın yıkılıp mahvolması, ölmesi
ve sonra bütün insanların diriltilip
bir yerde toplanmalarının örneği.
âlem: dünya.
ra’d:
gök gürültüsü.
rahmet:
şefkat ve merhamet
etme, acıma, esirgeme.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde ve her varlığa
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onları yetiştirmesi, uyum içinde
sevk ve idare etmesi.
sür’at:
hız.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şamil:
kaplayan, kuşatan.
şuunat:
şuunlar, Allah’ın zatına
has, zatından ayrılmayan, zatının
gereği olan mukaddes özellikler.
şuunat-ı sermediye:
Cenab-ı Hak-
kın, ebedî ve sonsuz olan ahirette
görülecek olan işleri, fiilleri.
şümul:
kaplama, kuşatma.
tasarruf etmek:
bir şeyin sahibi
olup, mülkünü istediği gibi kullan-
mak.
umum:
bütün.
vakit:
zaman.
vazife:
görev.
vazifedar:
vazifeli, görevli, iş gö-
ren.
zemin:
yer, yeryüzü.
ahiret:
kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem, dünya ha-
yatından sonra başlayıp son-
suza kadar sürecek olan ikinci
hayat.
âlem:
dünya.
alîmâne:
her şeyi bilircesine.
azamet:
büyüklük.
berk:
şimşek.
cev:
hava, yer ile gök arası.
cevv-i feza:
gökyüzündeki
boşluk.
delâlet:
delil olma, gösterme.
faaliyet:
iş görme, iş yapma.
Fa’âlün Lima Yürîd:
dilediği
işi kesintisiz ve mükemmel bir
şekilde yapan, işleyen.
faide:
fayda.
feza:
gökyüzü.
gayb:
gizli olan, görünmeyen.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakîmâne:
hikmetli bir şe-
kilde; belirli gayelere yönelik,
faydalı, anlamlı ve yerli ye-
rinde olarak.
hâkimiyet:
hükmediş, kontrol
ve emir altında bulundurma,
itaat ettirme.
haşmet:
heybet, büyüklük,
görkem.
havl:
güç, kuvvet.
hikmet:
belirli gayelere yöne-
lik, anlamlı, faydalı ve yerli ye-
rinde oluş, İlâhî gaye.
idare etmek:
yönetmek.
ihata etmek:
kuşatmak, sar-
mak.
ilim:
biliş, bilgi.
istihdam:
hizmet ettirme, ça-
lıştırma, kullanma.
istimal:
kullanılma, kullanma.
Kadîr-i Zülcelâl:
sonsuz bü-
yüklük ve haşmet sahibi, her
şeye gücü yeten Allah.
kudret:
güç, kuvvet.
1...,959,960,961,962,963,964,965,966,967,968 970,971,972,973,974,975,976,977,978,979,...1406
Powered by FlippingBook