Münacat
Yâ İlâhî ve yâ Rabbî!
Ben imanın gözüyle ve kur’ân’ın talimiyle ve nuruyla
ve resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle ve
ism-i Hakîm’in göstermesiyle görüyorum ki:
semavatta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki, böyle
intizamıyla senin mevcudiyetine işaret ve delâlet etmesin.
Ve hiçbir ecram-ı semaviye yoktur ki, sükûtuyla, gürül-
tüsüz vazife görerek direksiz durmalarıyla senin rububi-
yetine ve vahdetine şahadeti ve işareti olmasın.
Ve hiçbir yıldız yoktur ki, mevzun hilkatiyle, muntazam
vaziyetiyle ve nuranî tebessümüyle ve bütün yıldızlara mü-
maselet ve müşabehet sikkesiyle, senin haşmet-i ulûhi-
yetine ve vahdaniyetine işaret ve şahadette bulunmasın.
Ve on iki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki,
hikmetli hareketiyle ve itaatli musahhariyetiyle ve intizam-
lı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle senin vücub-i vü-
cuduna şahadet ve saltanat-ı ulûhiyetine işaret etmesin.
Lem’aLar | 965 |
m
ÜnacaT
hammed (asm).
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde ve her varlığa
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onları yetiştirmesi, uyum içinde
sevk ve idare etmesi.
saltanat-ı ulûhiyet:
ortaklık kabul
etmeyen Allah’ın saltanatı, hâki-
miyeti.
semavat:
gökler.
seyyare:
gezegen.
sikke:
damga, mühür.
sükût:
suskunluk, sessizlik.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
talim:
öğretme, ders verme.
tebessüm:
gülümseme.
vahdaniyet:
Allah’ın bir oluşu.
vahdet:
birlik.
vazife:
iş, görev.
vaziyet:
durum, duruş.
vücub-i vücut:
varlığı zorunlu, ge-
rekli ve şart olmak, olmaması im-
kânsız olmak.
yâ İlâhî:
ey Allah’ım!
yâ rabbî:
ey Rabbim; ey beni bes-
leyen, büyüten ve terbiye eden
Allah’ım!
aleyhissalâtü vesselâm:
salât
ve selâm onun üzerine olsun;
Peygamber Efendimizin adı
duyulduğunda veya oku-
nunca, kendisine rahmet ve
esenlik olarak ona özgü söy-
lenen bir duadır.
delâlet etmek:
delil olmak,;
belirtmek, göstermek.
deveran:
dönüş, dolaşma,
devretme.
ecram-ı semaviye:
gök cisim-
leri.
ehemmiyet:
önem.
haşmet-i ulûhiyet:
Allah’ın
ilâhlığının büyüklüğü, heybeti,
haşmeti.
hikmetli:
belirli gayelere yö-
nelik, faydalı, anlamlı, yerli ye-
rinde olan.
hilkat:
yaratılış.
iman:
inanç, itikat.
intizam:
düzen, tertip.
ism-i Hakîm:
her şeyi belirli
gayelere yönelik, faydalı, an-
lamlı ve yerli yerinde yapan
Allah’ın Hakîm ismi.
işaret:
gösterme, bildirme.
itaat:
söz dinleme, emre göre
hareket etme.
mevcudiyet:
varlık, var olma.
mevzun:
ölçülü, düzgün.
muntazam:
düzenli, düzen-
lenmiş.
musahhariyet:
emre boyun
eğme hâli.
mümaselet:
benzerlik, ben-
zeme.
münacat:
dua, yakarış.
müşabehet:
benzeme, benze-
yiş.
nuranî:
nurlu, aydınlık, parlak.
peyk:
uydu.
resul-i ekrem:
en cömert, ke-
rîm olan peygamber, Hz. Mu-