Ve o ordunun efradından bir yıldız olan güneşimizin
seyyarelerinde ve zeminimizdeki vazifelerinin delâlet ve
ihtarıyla, güneşin sair arkadaşları olan yıldızların bir kıs-
mı ahiret âlemlerine bakarlar ve vazifesiz değiller; belki
bâkî olan âlemlerin güneşleridirler.
Ey Vacibü’l-Vücud, ey Vahid-i Ehad!
Bu harika yıldızlar, bu acip güneşler, aylar, senin mül-
künde, senin semavatında, senin emrin ile ve kuvvetin
ve kudretin ile ve senin idare ve tedbirin ile teshir ve tan-
zim ve tavzif edilmişlerdir. Bütün o ecram-ı ulviye, kendi-
lerini yaratan ve döndüren ve idare eden birtek Hâlık’a
tesbih ederler, tekbir ederler, lisan-ı hâl ile “
Sübhanallah,
Allahü ekber
” derler. Ben dahi onların bütün tesbihatıy-
la seni takdis ederim.
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibri-
yasından ihtifa etmiş olan Kadîr-i Zülcelâl, ey Kadîr-i Mut-
lak!
kur’ân-ı Hakîm’in dersiyle ve resul-i ekrem Aleyhis-
salâtü Vesselâmın talimiyle anladım: nasıl ki gökler, yıl-
dızlar senin mevcudiyetine ve vahdetine şahadet ederler;
öyle de, cevv-i sema, bulutlarıyla ve şimşekleri ve ra’dla-
rı ve rüzgârlarıyla ve yağmurlarıyla senin vücub-i vücudu-
na ve vahdetine şahadet ederler.
evet, camit, şuursuz bulut, âb-ı hayat olan yağmuru
muhtaç olan zîhayatların imdadına göndermesi, ancak
senin rahmetin ve hikmetin iledir. karışık tesadüf karışa-
maz.
Lem’aLar | 967 |
m
ÜnacaT
kudret:
güç, kuvvet.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
lisan-ı hâl:
bir şeyin duruşu ve gö-
rünüşü ile bir mana ifade etmesi.
mevcudiyet:
varlık, var olma.
muhtaç:
ihtiyaç duyan.
mülk:
sahip olunan üzerinde ta-
sarruf hakkı bulunulan şey.
ra’d:
gök gürültüsü.
rahmet:
şefkat ve merhamet
etme, acıma, esirgeme.
resul-i ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(asm).
sair:
diğer.
semavat:
gökler.
seyyare:
gezegen.
Sübhanallah:
Allah her türlü ek-
siklikten uzak ve bütün üstün sı-
fatlara sahiptir.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şiddet-i zuhur:
çok kuvvetli ve
şiddetli şekilde görünme.
şuur:
anlayış, bilinç, idrak.
takdis etmek:
Allah’ı her türlü ku-
sur ve noksandan uzak tutmak,
temiz ve yüce kabul etmek.
talim:
öğretme, eğitme.
tanzim:
düzene koyma, düzen-
leme.
tavzif:
görevlendirme, vazifelen-
dirme.
tedbir:
idare etme, çekip çevirme.
tekbir etmek:
Allah’ın büyüklü-
ğünü dile getirmek
tesadüf:
rastlantı.
tesbih etmek:
Allah’ın şanını yü-
celtmek, bütün kusur ve noksan
sıfatlardan uzak tutmak.
tesbihat:
Cenab-ı Hakkın bütün
noksan sıfatlardan uzak ve bütün
mükemmel sıfatlara sahip oldu-
ğunu ifade eden sözler.
teshir:
itaat ettirme, boyun eğ-
dirme.
Vacibü’l-Vücut:
varlığı zorunlu ve
gerekli olan ve yokluğu düşünü-
lemeyen; varlığı Zatî, ezelî, ebedî
olup vücut tabakalarının en sağ-
lamı, en kuvvetlisi, en esaslısı ve
en mükemmeli olan Allah.
vahdet:
birlik.
Vahid-i ehad:
bir olan ve birliği
her bir şeyde tecelli eden Allah.
vazife:
iş, görev.
vücub-i vücut:
varlığı zorunlu, ge-
rekli ve şart olmak, olmaması im-
kânsız olmak.
zemin:
yer, yeryüzü.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
âb-ı hayat:
hayat suyu; hayat
için gerekli sıvı.
acip:
hayret verici.
ahiret:
dünya hayatından
sonra sonra başlayıp sonsuza
kadar devam edecek olan ha-
yat.
âlem:
dünya.
aleyhissalâtü Vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
allahü ekber:
Allah en büyük
ve en yücedir.
azamet-i kibriya:
haşmetin,
azametin, celâlin büyüklüğü.
bâkî:
devamlı ve kalıcı, yok ol-
mayan, sonsuz.
camit:
ruhsuz, cansız.
cevv-i sema:
hava boşluğu,
atmosfer, gökyüzü.
delâlet:
delil olma.
ecram-ı ulviye:
yüksekteki
kütleler, yıldızlar ve gezegen-
ler.
efrat:
fertler, bireyler.
Hâlık:
yaratıcı, her şeyi yoktan
yaratan Allah.
harika:
olağanüstü, hayranlık
uyandıran.
hikmet:
belirli gayelere yöne-
lik, faydalı, anlamlı ve yerli ye-
rinde olma.
idare:
yönetme, yönetim.
ihtar:
hatırlatma, dikkat
çekme.
ihtifa etmek:
gizlenmek.
imdat:
yardım.
Kadir-i mutlak:
hiç bir kayıt
ve şarta bağlı olmaksızın her
şeye gücü yeten sonsuz kud-
ret sahibi Allah.
Kadîr-i Zülcelâl:
her şeye gücü
yeten, sonsuz haşmet, büyük-
lük ve yücelik sahibi olan Al-
lah.