daimî rahmete ebedülâbâdda refakat etmek gerektir, lâ-
zımdır. Çünkü ebedî bir cemal, fânî bir müştaka ve zail
bir dosta razı olmaz. Çünkü Cemal, kendini sevdiği için,
sevmesine mukabil muhabbet ister. zeval ve fenâ ise, o
muhabbeti adavete kalbeder, çevirir. eğer insan ebede gi-
dip bâkî kalmazsa, fıtratındaki cemal-i sermediyeye karşı
olan esaslı muhabbet yerine adavet bulunacaktır. onun-
cu sözün haşiyesinde beyan edildiği gibi, bir zaman bir
dünya güzeli, bir âşığını huzurundan çıkarıyor. o adam-
daki aşk birden adavete dönüyor ve diyor ki: “tuh, ne
kadar çirkindir!” diyerek, kendine teselli vermek için ce-
malinden küsüyor, cemalini inkâr ediyor.
evet, insan bilmediği şeye düşman olduğu gibi, eli ye-
tişmediği veyahut tutamadığı şeylerin adavetkârâne ku-
surlarını arar, âdeta düşmanlık etmek ister. Madem bütün
kâinatın şahadetiyle, Mahbub-i Hakikî ve Cemîl-i Mutlak,
bütün güzel esma-i Hüsnasıyla kendini insana sevdiriyor
ve insanların kendini sevmelerini istiyor; elbette ve her
hâlde, kendisinin hem mahbubu, hem habibi olan insa-
na fıtrî bir adaveti verip derinden derine kendinden küs-
türmeyecek. Ve fıtraten en ziyade sevimli ve muhabbet-
li ve perestiş için yarattığı en müstesna mahlûku olan in-
sanın fıtratına bütün bütün zıt olarak bir gizli adaveti,
ruhuna vermeyecek. Çünkü insan, sevdiği ve kıymetini
takdir ettiği bir cemal-i mutlaktan ebedî ayrılmaktan
gelen derin yarasını, ancak ona adavetle, ondan küs-
mekle ve onu inkâr etmekle tedavi edebilir. İşte, kâfirle-
rin Allah’ın düşmanı olması bu noktadan ileri geliyor.
Lem’aLar | 961 |
o
Tuzuncu
l
em
’
a
mukabil:
karşılık.
müstesna:
seçkin, mümtaz.
müştak:
iştiyaklı, arzulu.
perestiş:
tapma, aşırı derecede
sevme.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
şefkat gösterme.
razı:
hoşnutluk, memnuniyet.
refakat:
refiklik, arkadaşlık.
şahadet:
şahit olma.
takdir:
kıymet verme.
teselli:
avunma.
zail:
zeval bulan, sona eren.
zeval:
sona erme, yok olma, kay-
bolup gitme.
ziyade:
fazla.
adavet:
düşmanlık.
adavetkârâne:
düşmancasına.
âdeta:
sanki.
bâkî:
ebedî, daimî, sonsuz.
beyan:
anlatma, izah, açık-
lama.
cemal:
güzellik.
cemal-i mutlak:
sonsuz ve
kusursuz güzellik.
cemal-i sermediye:
ezelî ve
ebedî olan, zaman ve mekân
gibi bütün kayıtlardan bağım-
sız güzellik.
Cemîl-i mutlak:
her şeyiyle
güzel olan Cenab-ı Allah.
daimî:
sürekli, devamlı.
ebed:
sonsuzluk, daîmilik.
ebedî:
sonu olmayan, hiç son
bulmayacak şekilde süren.
ebedülâbâd:
tükenmez, ebedî
hayat, sonsuzluk.
esma-i Hüsna:
Allah’ın güzel
isimleri.
fânî:
ölümlü, geçici.
fenâ:
yok olma, son bulma.
fıtrat:
yaratılış, tabiat.
fıtraten:
fıtrî olarak, yaratılış-
tan.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki.
habip:
sevilen, sevgili.
haşiye:
dipnot.
inkâr:
reddetme, kabul ve tas-
dik etmeme.
kalbetmek:
dönüştürmek, çe-
virmek.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
kıymet:
değer.
kusur:
noksan, özür.
lâzım:
gerekli.
mahbub-i Hakikî:
gerçek sev-
meye lâyık olan Allah.
mahbup:
sevilen, sevgili.
mahlûk:
Allah tarafından ya-
ratılmış, yaratık.