Hem meselâ, bir hükümdar-ı âdil, ihkak-ı hak için maz-
lumların hakkını zalimlerden almakla ve fakirleri kavilerin
şerrinden muhafaza etmekle ve herkese müstahak oldu-
ğu hakkı vermekle lezzet alması, iftihar etmesi, memnun
olması, hükümdarlığın ve adaletin bir kaide-i esasiyesi ol-
duğundan, elbette
Hâkim-i Hakîm
,
Adl-i Âdil
olan
Zat-ı
Hayy-ı Kayyum’
un bütün mahlûkatına, hususan zîhayat-
lara “hukuk-i hayat” tabir edilen şerait-i hayatiyeyi ver-
mekle; ve hayatlarını muhafaza için onlara cihazat ihsan
etmekle; ve zayıfları kavilerin şerrinden rahîmâne hima-
ye etmekle; ve umum zîhayatlarda, bu dünyada ihkak-ı
hak etmek nev’i tamamen ve haksızlara ceza vermek
nev’i ise kısmen sırr-ı adaletin icrasından olmakla; ve bil-
hassa mahkeme-i kübra-i haşirde adalet-i ekberin tecelli-
sinden hâsıl olan ve tabirinde âciz olduğumuz şuunat-ı
rabbaniye ve maani-i kudsiyedir ki, kâinatta bu faaliyet-i
daimeyi iktiza ediyor.
İşte bu üç misal gibi, esma-i Hüsnanın umumunda, her
birisi bu faaliyet-i daimede böyle kudsî bazı şuunat-ı İlâhi-
yeye medar olduklarından, hallâkıyet-i daimeyi iktiza
ederler.
Hem madem her kabiliyet, her bir istidat, inbisat ve in-
kişaf edip semere vermekle bir ferahlık, bir genişlik, bir
lezzet verir. Hem madem her vazifedar, vazifesini yap-
mak ve bitirmekle, vazifesinden terhisinde büyük bir ra-
hatlık, bir memnuniyet hisseder. Ve madem bir tek to-
humdan birçok meyveleri almak ve bir dirhemden yüz
Lem’aLar | 951 |
o
Tuzuncu
l
em
’
a
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
kavi:
güçlü.
kısmen:
kısmî olarak.
kudsî:
mukaddes, yüce.
maani-i kudsiye:
mukaddes, yüce
manalar.
mahkeme-i kübra-i haşir:
yeni-
den dirilişten sonraki büyük mah-
keme.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
mazlum:
zulme uğramış.
medar:
sebep, vesile.
memnuniyet:
memnunluk, sevin-
çli oluş.
meselâ:
örneğin.
misal:
örnek.
muhafaza:
koruma.
müstahak:
hak eden.
nevi:
çeşit, tür.
rahîmâne:
şefkatli ve merhametli
bir şekilde.
semere:
meyve.
sırr-ı adalet:
adalet sırrı.
şer:
kötülük.
şerait-i hayatiye:
hayat şartları.
şuunat-ı İlâhîye:
Cenab-ı Hakkın
işleri, fiilleri.
şuunat-ı rabbaniye:
Allah’ın kâi-
natı kuşatmış olan zatına mahsus
idare ve terbiye edicilik fiilleri.
tabir:
ifade, söz.
tamamen:
büsbütün.
tecelli:
görünme.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma.
umum:
bütün.
vazife:
görev.
vazifedar:
vazifeli, görevli.
zalim:
zulmeden, haksızlık eden.
Zat-ı Hayy-ı Kayyum:
varlığı, diri-
liği her an için olup gökleri ve yer-
leri her an için tutan; her şeye, her
hususta iktidarı yeten zat, Allah.
zîhayat:
hayat sahibi.
âciz:
zayıf, güçsüz.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz veril-
mesi, âdillik.
adalet-i ekber:
en büyük ve
şaşmaz adalet.
adl-i Âdil:
her zaman adaletle
hükmeden adalet sahibi olan
Allah.
bilhassa:
özellikle.
cihazat:
cihazlar, azalar.
esma-i Hüsna:
Allah’ın güzel
isimleri.
faaliyet-i daime:
sürekli, hiç
durmayan faaliyet.
Hâkim-i Hakîm:
her şeyi hik-
metle yapan hükmedici, Allah.
hallâkıyet-i daime:
daimî ola-
rak her şeyi yoktan yaratıcı-
lık.
hâsıl:
çıkan, meydana gelen.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
hukuk-ı hayat:
yaşama hakkı.
hususan:
özellikle.
hükümdar:
padişah.
hükümdar-ı âdil:
adaletli hü-
kümdar.
icra:
yürütme, yerine getirme.
iftihar:
övünme.
ihkak-ı hak:
hakkın yerine ge-
tirilmesi, gerçekleştirilmesi.
ihkak-ı hak:
hakkın yerine ge-
tirilmesi.
ihsan:
ikram etme, lütuf.
iktiza etme:
gerekme, gerek-
tirme.
inbisat:
genişleme, yayılma.
inkişaf:
ortaya çıkma, gö-
rülme.
istidat:
potansiyel kabiliyet,
yetenek.
kabiliyet:
beceri, yetenek.
kaide-i esasiye:
asıl kaide, te-
mel prensip.