İşte, bütün böyle silsilelerin müntehaları, elbette sırr-ı
kayyumiyettir. sırr-ı kayyumiyet anlaşıldıktan sonra, o
mevhum silsilelerde birbirine dayanmak rabıtası ve ma-
nası kalmaz, kalkar; her şey doğrudan doğruya sırr-ı kay-
yumiyete bakar.
üÇüNCü ŞUa
/
?p
ón
«p
H
(3)
@ o
ABÉn
°ûn
j Én
e o
?o
?r
î
n
j
(2)
@ o
ój/
ôo
j Én
ªp
d l
?És
©n
a
(1)
@ m
¿ r
CÉn
°T?/
a n
ƒo
g m
?r
ƒn
j s
?o
c
»p
«r
ëo
j n
?r
«n
c $G p
ân
ªr
Mn
Q p
QÉn
`K'
G = '
‹p
G r
ôo
¶r
fÉn
a
(4)
@ m
Ar
?n
T p
q
?o
c o
äƒo
µn
?n
e
(5)
Én
¡p
Jr
ƒn
e n
ór
©n
H ¢n
Vr
Qn
’r
G
gibi ayetlerin işaret ettikleri hallâkıyet-i İlâhiye ve faali-
yet-i rabbaniye içindeki sırr-ı kayyumiyetin bir derece in-
kişafına bir iki mukaddime ile işaret edeceğiz.
Birincisi
: şu kâinata baktığımız vakit görüyoruz ki, za-
man seylinde mütemadiyen çalkanan ve kafile kafile ar-
kasından gelip geçen mahlûkatın bir kısmı bir saniyede
gelir, derakap kaybolur. Bir taifesi bir dakikada gelir, ge-
çer. Bir nev’i, bir saat âlem-i şahadete uğrar, âlem-i gay-
ba girer. Bir kısmı bir günde, bir kısmı bir senede, bir kıs-
mı bir asırda, bir kısmı da asırlarda bu âlem-i şahadete
gelip, konup, vazife görüp gidiyorlar.
Bu hayret verici seyahat ve seyeran-ı mevcudat ve se-
fer ve seyelân-ı mahlûkat öyle bir intizam ve mizan ve hik-
metle sevk ve idare edilir; ve onlara ve o kafilelere ku-
mandanlık eden, öyle basîrâne, hakîmâne, müdebbirâne
kumandanlık ediyor ki, bütün akıllar faraza ittihat edip
Lem’aLar | 945 |
o
Tuzuncu
l
em
’
a
kendi zatına yaraşan yaratıcılığı.
hikmet:
fayda, gaye; her şeyin be-
lirli gayelere yönelik olarak, ma-
nalı, faydalı ve tam yerli yerinde
yaratılması.
idare:
yönetme, çekip çevirme.
inkişaf:
manevî bir sırrın veya hâ-
lin görünmesi.
intizam:
düzgünlük, tertipli olma.
işaret:
gösterme, bildirme.
ittihat:
birleşme, birlik olma.
kafile:
birbirini takip eden grup-
lar.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
kumandanlık:
komutanlık.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
mana:
anlam.
mevhum:
hakikatte olmayan,
vehmedilen, hayalde oluşturulan.
mizan:
ölçü.
mukaddime:
ön söz.
müdebbirâne:
tedbirlice, her işi
önceden ayarlayarak.
münteha:
son, netice.
mütemadiyen:
sürekli olarak, de-
vamlı.
nevi:
çeşit, tür.
rabıta:
bağ.
sefer:
yolculuk.
sevk:
önüne katıp sürme.
seyahat:
yolculuk.
seyelân-ı mahlûkat:
yaratılmışla-
rın doğup ölmesi şeklinde cereyan
eden hayat yolculuğu.
seyeran-ı mevcudat:
varlıkların
seyir ve hareketi.
seylinde:
akışında.
silsile:
zincir.
sırr-ı kayyumiyet:
Allah’ın her
şeyi kendi varlığıyla ayakta tut-
masının sırrı.
şua:
ışın.
taife:
takım, güruh.
vazife:
görev.
âlem-i gayp:
görünmeyen
âlem.
âlem-i şahadet:
gözle gördü-
ğümüz âlem, dünya.
asır:
yüzyıl.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cüm-
lesi.
basîrâne:
iç yüzünü görür gibi.
derakap:
hemen, derhal.
faaliyet-i rabbaniye:
her şeyi
terbiye ve idare eden Allah’ın
faaliyeti, icraatı.
faraza:
farz edelim ki, sayalım
ki.
hakîmâne:
her şeyi belli bir
gaye ve fayda gözeterek ya-
parak.
hallâkıyet-i İlâhîye:
Allah’ın
1.
O her an bir tasarruftadır. (Rahman Suresi: 29.)
2.
O dilediğini dilediği şekilde yapar. (Büruc Suresi: 16.)
3.
O dilediğini dilediği şekilde yaratır. (Rum Suresi: 54.)
4.
Her şeyin hüküm ve tasarrufu Onun elindedir. (Yâsin Suresi: 83.)
5.
Bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. (Rum Suresi:
50.)