icadına teveccüh eden bir fiil, iki cihetle
Hâlık-ı Kâinat’
a
hususiyetini gösteriyor:
Birincisi:
o arının bütün emsalinin, bütün zeminde, ay-
nı zamanda, aynı fiile mazhariyetleri gösteriyor ki, bu
cüz’î ve hususî fiil ise, ihatalı, rûy-i zemini kaplamış bir fi-
ilin bir ucudur. öyle ise, o büyük fiilin faili ve o fiilin sahi-
bi kim ise, o cüz’î fiil dahi onundur.
İkinci cihet:
Bu hazır arının hilkatine teveccüh eden fi-
ilin faili olmak için, o arının şerait-i hayatiyesini ve ciha-
zatını ve kâinatla münasebetini temin edecek ve bilecek
kadar pek büyük bir iktidar ve ihtiyâr lâzım geldiğinden,
o cüz’î fiili yapan zatın ekser kâinata hükmü geçmekle
ancak o fiili öyle mükemmel yapabilir.
demek, en cüz’î fiil, iki cihetle
Hâlık-ı Külli şey’
e has
olduğunu gösterir.
en ziyade cây-ı dikkat ve cây-ı hayret şudur ki:
Vücudun en kuvvetli mertebesi olan vücubun; ve vücu-
dun en sebatlı derecesi olan maddeden tecerrüdün; ve vü-
cudun zevalden en uzak tavrı olan mekândan münezzehi-
yetin; ve vücudun en sağlam ve tagayyürden ve ademden
en mukaddes sıfâtı olan vahdetin sahibi olan
Zat-ı Vaci-
bü’l-Vücud’
un en has hassası ve lâzım-ı zatîsi olan ezeliye-
ti ve sermediyeti, vücudun en zayıf mertebesi ve en ince-
cik derecesi ve en mütegayyir, mütehavvil tavrı ve en zi-
yade mekâna yayılmış olan hadsiz, kesretli bir maddî
madde olan esîr ve zerrat gibi şeylere vermek ve onlara
ezeliyet isnat etmek ve onları ezelî tasavvur etmek ve kıs-
men âsâr-ı İlâhiyenin onlardan neş’et ettiğini tevehhüm
Lem’aLar | 939 |
o
Tuzuncu
l
em
’
a
kat’î:
kesin.
kesretli:
yaygın, çoğunluk, yoğun.
kısmen:
kısmî olarak.
lâzım:
gerekli.
lâzım-ı zatî:
zatın gerektirdiği;
kendisinden asla ayrı düşünülme-
yen.
maddî:
maddeye ait, cismanî.
mazhariyet:
erişme, sahip olma.
mekân:
yer.
mertebe:
derece, basamak.
muhalif:
zıt, karşıt.
mukaddes:
kutsal, yüce.
münasebet:
yakınlık, bağ, ilgi.
münezzehiyet:
hiçbir şeye muh-
taç olmama, eksiksiz, noksansız,
kusursuz olma.
müteaddit:
çeşitli.
mütegayyir:
değişen, başkalaşan.
mütehavvil:
değişen, başka bir
hâle dönen.
neş’et:
meydana gelme, çıkma.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
sebat:
sabit durma.
sermediyet:
daimîlik, sonsuzluk.
sıfât:
nitelikler, vasıflar.
şerait-i hayatiye:
hayat şartları.
tagayyür:
değişme, başkalaşma.
tasavvur:
tasarlama, düşünme.
tecerrüt:
soyutlanma.
temin:
sağlama.
teveccüh:
yönelme.
tevehhüm:
zannetme.
vahdet:
birlik.
vaki:
olan.
vücup:
vacip ve zorunlu olma.
vücut:
var oluş.
zat:
şahıs, kişi.
Zat-ı Vacibü’l-Vücud:
varlığı ge-
rekli olan zat, Cenab-ı Allah.
zemin:
yeryüzü.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zeval:
sona erme, yok olma.
ziyade:
fazla.
adem:
yokluk.
asar-ı İlâhîye:
İlâhî eserler.
batıl:
boş ve manasız olan.
bürhan:
delil, hüccet.
cây-ı dikkat:
dikkat edilecek
nokta.
cây-ı hayret:
hayrete değer.
cihazat:
cihazlar, ihtiyaç du-
yulan maddî manevî aletler.
cihet:
yön.
cüz:
kısım, parça.
cüz’î:
küçük, az, parçaya ait.
ekser:
çoğu.
emsal:
eşler, benzerler.
esîr:
kâinattaki boşlukları dol-
duran, havadan hafif olup ısı
ve ışığı nakleden cevher.
ezelî:
öncesiz, başlangıçsız.
ezeliyet:
geçmiş ve gelecek
zamanı birden içine alıp, za-
manla sınırlı olmamak.
fail:
işi yapan.
fiil:
iş.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hâlık-ı Kâinat:
kâinatın ve
onun içinde olan her şeyin ya-
ratıcısı, Allah.
Hâlık-ı Külli şey:
kâinatta var
olan her şeyin yaratıcısı, Allah.
has:
mahsus, özel.
hassa:
özellik, nitelik.
hilâf-ı hakikat:
gerçeğe zıt.
hilkat:
yaratılış.
hususî:
özel.
hususiyet:
ayırıcı özellik.
hüküm:
emir.
ihatalr:
kapsamlı.
ihtiyâr:
tercih, kendi istek ve
arzularına göre hareket etme.
iktidar:
güç yetme, bir işi ger-
çekleştirmek için gereken
kuvvet.
isnat:
dayandırma.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.