Hem insanların bir kısmı, güya daha ileri görüyor gibi,
daha ziyade cahilâne bir dalâletle,
Sâni-i Zülcelâl’
in gayet
lâtif, nazenin, mutî, musahhar bir sahife-i icraatı ve emir-
lerinin bir vasıta-i nakliyatı ve zayıf bir perde-i tasarrufatı
ve lâtif bir midad-ı (mürekkep) kitabeti ve en nazenin bir
hulle-i icadatı ve bir maye-i masnuatı ve bir mezraa-i hu-
bubatı olan esîr maddesini, cilve-i rububiyetine âyinedar-
lık ettiği için, mastar ve fail tevehhüm etmişler. Bu acip
cehalet, hadsiz muhalleri istilzam ediyor.
Çünkü
esîr
maddesi, maddiyyunları boğduran zerrat
maddesinden daha lâtif ve eski hükemanın saplandığı he-
yulâ fihristesinden daha kesif, ihtiyârsız, şuursuz, camit
bir maddedir. Bu hadsiz bir surette tecezzi ve inkısam
eden ve nâkillik ve infial hassasıyla ve vazifesiyle teçhiz
edilen bu maddeye, belki o maddenin zerreden çok de-
rece daha küçük olan zerrelerine, her şeyde her şeyi gö-
recek, bilecek, idare edecek bir ihtiyâr ve bir iktidar ile
vücut bulan fiilleri, eserleri isnat etmek, esîrin zerreleri
adedince yanlıştır.
evet, mevcudatta görünen fiil-i icat öyle bir keyfiyette-
dir ki, her şeyde, hususan zîhayat olsa, ekser eşyayı ve
belki umum kâinatı görecek, bilecek ve kâinata karşı o zî-
hayatın münasebetini tanıyacak, temin edecek bir iktidar
ve ihtiyârdan geldiğini gösteriyor ki, maddî ve ihatasız
olan esbabın hiçbir cihetle fiili olmaz.
evet, sırr-ı kayyumiyetle, en cüz’î bir fiil-i icadî, doğru-
dan doğruya bütün kâinat hâlıkının fiili olduğuna delâlet
eden bir sırr-ı azamı taşıyor. evet, meselâ bir arının
acip:
şaşılan ve hayret uyandıran
şey.
âyinedar:
ayna tutan.
cahilâne:
cahilce.
camit:
ruhsuz, cansız.
cehalet:
bilmezlik, cahillik.
cihet:
yön.
cilve-i rububiyet:
Allah’ın rablı-
ğına ait olan tecelli, görüntüler.
cüz’î:
küçük.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ekser:
pek çok.
esbap:
sebepler.
esîr:
bütün kâinatta bulunan ve
her tarafı kaplamış olan lâtif
madde.
fail:
işi yapan, tesir eden.
fihriste:
özet, içindekiler.
fiil:
iş.
fiil-i icadî:
yoktan yaratmaya da-
yalı fiil.
fiil-i icat:
yoktan yaratma fiili.
güya:
sanki.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâlık:
var eden, yaratan, yaratıcı.
hassa:
özellik, nitelik.
heyulâ:
bütün cisimlerin ilk mad-
desi var sayılan madde, korkunç
hayal..
hulle-i icadat:
icat edilmiş ve ya-
ratılmışların fıtrî elbisesi.
hususan:
özellikle.
hususî:
özel.
hükema:
filozoflar.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
idare:
yönetme, çekip çevirme.
ihata:
kuşatma.
ihtiyâr:
tercih, kendi istek ve ar-
zularına göre hareket etme.
ihtiyârsız:
tercihsiz, iradesiz.
iktidar:
güç yetme, bir işi gerçek-
leştirmek için gereken kuvvet.
infial:
dış bir sebep ve tesirle or-
taya çıkan hâl.
inkısam:
bölünme, kısımlara ay-
rılma.
isnat:
dayandırma.
istilzam:
gerektirme.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
kesif:
şeffaf olmayan, yoğun.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl olduğu,
durum.
lâtif:
hoş, güzel, tatlı.
maddî:
maddeye ait, cismanî.
maddiyyun:
maddenin ezelî ve
ebedî olduğuna, sonradan yaratıl-
mamış bulunduğuna inananlar,
materyalistler.
mastar:
kaynak.
o
Tuzuncu
l
em
’
a
| 938 | Lem’aLar
maye-i masnuat:
sanatlı bi-
çimde yaratılmış varlıkların
esası, özü, mayası.
mevcudat:
var olan her şey,
mahlûklar.
mezraa-i hububat:
hububat
tarlası.
midad-ı kitabet:
yazı mürek-
kebi.
muhal:
imkânsız.
musahhar:
boyun eğen, uyan.
mutî:
itaat eden, boyun eğen.
münasebet:
ilgi, yakınlık.
nâkil:
nakleden, taşıyan.
nazenin:
ince, nazik.
perde-i tasarrufat:
hakimiyet
ve saltanat faaliyetlerinin yan-
sıdığı, göründüğü perde.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
sahife-i icraat:
icraat ve faali-
yet sayfası.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi ve her şeyi sanatla
yaratan Allah.
sırr-ı azam:
pek büyük sır.
sırr-ı kayyumiyet:
Allah’ın her
şeyi kendi varlığıyla ayakta
tutmasının sırrı.
suret:
biçim, tarz.
şuur:
idrak, bilinç.
tecezzi:
parçalara ayrılma, bö-
lünme.
teçhiz:
cihazlandırma, do-
natma.
temin:
sağlama.
tevehhüm:
zannetme.
umum:
bütün.
vasıta-i nakliyat:
taşıma va-
sıtası.
vazife:
görev.
vücut:
var olma.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zerre:
en küçük parça, atom.
zîhayat:
hayat sahibi.
ziyade:
fazla.